Bâtınîlik

İslam dininin kutsal kitabı olan Kur'an'ın bâtıni tevillere dayanan ezoterik yorumu
(Şîʿa-i Bâtın’îyye sayfasından yönlendirildi)

Bâtınîlik ya da Bâtınîyye (Arapçaالباطنية, El-Bāṭiniyyeh); İslamda Kur'an âyetlerinin görünür anlamlarının dışında, daha derinde gerçek anlamları bulunduğu inancı, ayetleri buna göre yorumlayan akıma Bâtınîlik, bu düşünceyi benimseyen kişiye de Bâtınî denir. Şiîlikte bu anlamları ancak Tanrı ile ilişki kurabilen ve Ali'nin soyundan gelen masum On İki İmam'ın bilebileceğine inanılır.

Bâtınîlik kelimesi Arapça Bâtın'dan üretilmiştir. Bâtın; gizli olan, bir şeyin gerçeği, iç yüzü anlamına gelir. Aynı zamanda İslâmi anlayışta Allah'ın 99 adından biridir.

Terim, İranlı Gazzâlî gibi Ehl-i Sünnet Alimleri tarafından bu görüşleri benimseyen kişilere yönelik suçlayıcı bir anlam yüklenerek de kullanılmıştır. Tarihte en iyi bilinen örnekleri İsmâililerdir. Al kirmani ve Nâsır-ı Hüsrev gibi Fâtımî-İsmâiliyye yazarların bunun aksini savunmalarına rağmen bir kısım Sünnî âlimlere göre bu gruplar dini metinlerin, ibadet ve kuralların dış anlamlarını reddetmektedirler. Selefiyye âlimlerin başı olan Takıyyüddin İbn Teymiyye, bazı Şîa grupları, İslam'ın mistik yönü olan Sûfî akımlar ile İbn Rüşd, İbn Sînâ ve Fârâbî gibi filozofları Bâtınîyye olarak vasıflandırır. (Ayrıca bakınız:Zâhiriyye)

Bâtınîlik sadece bir akım ya da grup değildir. Tarihte ve günümüzde derin etkileri olan bir düşünce sistemidir. Örneğin Kur'anda geçen salat, secde, rüku veya abdest gibi kavramlar Ehl-i Sünnet gelenekte şekil, kapsam, miktar gibi ayrıntılı emirler gibi algılanır ve ele alınırken Alevîler'in Cem törenlerinde aynı kavramlar sembolik olarak, şekle ve miktara bağlı olmadan, manevi anlamlarıyla temsil edilirler.

Bâtınîlikte inanç özellikleri

değiştir

İsmailiye mezhebinde yedi imama inanılır ve bütün temsiliyet ve kutsiyet yedinci imâm olan Muhammed b. İsmâil'e verilir. Kâdim dinler tamamen ilga edilmiş olup ve bu yedi imâmın dini yaymakla ve yüceltmekle görevlendirilmiş olan birer de yardımcısı vardır. Peygamberlere “Nâtık/Konuşan” ve yardımcılarına da “Sâmet/Susan (Vâsi/Esas) İmâm” unvanı verilmiştir. Her yedi “Sâmet” silsilesinin sonunda bir “Nâtık” gönderildiği ve böylece dinin sürekli olarak geliştirildiğine inanılır. Âdem’den ve oğlu Şît’ten itibaren altı[1] “Nâtık–Sâmet” silsilesinden sonra (NûhSâm), (İbrâhîmİsmâil), (MûsâHârûn), (ÎsâŞem’ûn), (MuhammedAli), (Muhammed b. İsmail el-Mektûm (Meymûn el-Kaddâh[2][3])–Abdullah b. Meymûn el-Kaddâh ve Oğulları) ile hitam bulan “Nâtıklar ve Sâmetler silsilesi” ile sürmektedir. Gözle görülen eşyanın tasavvufî mânalarını kaldıran Abdullah b. Meymûn el-Kaddâh idi ve her Bâtınî ona itaatle yükümlüydü. Muhammed’den sonra bir peygamber daha gelecektir. Ayrıca, müntesipler bütün semavî nass’ların açıklamaları ile hadislerin tamamının uydurma olduğuna inanmakla yükümlüdür. Dinî tekliflerin kâmilen ref’edilmiş olmakla birlikte, sadece milletlerin an’anelerine hürmeten bunlara değer verildiği ve bu öğretilerin bütün önem ve değerlerinin aslında bir hiç olduğuna inanılırdı.

Bâtınîlik akımı, Ehl-i Sünnet anlayıştaki dini emirleri reddeden ve yasakları kaldıran (İbâhiyye) itikadî fırkalar yanında, son derece gizli bir şekilde teşkilatlanmış örgütler vasıtasıyla merkezî idareye karşı girişilmiş isyan faaliyetlerinin başını çeken çeşitli siyasi gruplar için de kullanılmış bir lâkaptır.

Ayrıca Bâtınîlik’te hûlul ve tenâsüh gibi inanışlar da görülmektedir. Bâtınîlik, tarihin çeşitli dönemlerinde farklı isimlerle anılmıştır. Bunlar İbâhiyye ve Mezdekiyye, İsmâiliyye (Seb’iyye), Karmatîler, Sabbâhiyye (Haşhaşiyye), Dürzîlik; ve Nusayrîlik gibi isimlerle anılırlar.

Bâtınîlik ve tasavvuf

değiştir

Tasavvufun Şîa ile alâkalı olduğu ve bazı mutasavvıfların müteşeyyî’ oldukları bilinmekle beraber, bu olguyu bütüne yayarak tasavvuf Şiîlikten doğmuştur ve her ikisinin kökeni de İran'dadır demek mümkün değildir. Tasavvufun kökeni epey eski zamanlara dayanmaktadır. Yeni Eflâtunculuk, Yunan felsefesi, Kabalizm ve İran etkilerinin henüz oluşmamış olduğu eski devirlerde de tasavvuf hareketlerine rastlamaktayız. Bu ilk mistiklere ait eserlerden günümüze kadar elimizde kalanları bulunmamakla beraber, sadece rivayet ve menkıbeleri hayâtta kalmıştır. Tasavvufa Helenistik etkiler Hakîm et-Tirmizî’den sonra Fârâbî’nin getirdiği yenilikler sayesinde girmeye başlamıştır. Şîa/Müteşeyyî’ Sûfîlerle Ehl-i Sünnet mutasavvıfları birbirleriyle karıştırmamaya özen göstermek gerekir. Bu nedenledir ki, İslâm ortadoksluğundan farklılık gösteren her fikir hareketinin Şiî veyahut da Şiîlik ve Bâtınîlik ile ilgili olduğunu ileri sürmek hatalı olur. İslâmî felsefe akımlarından bazılarının hiç de Bâtınî olmamalarına rağmen kendilerini dışarıya karşı böyle göstermektedirler.[4]

Tefsir anlayışları; Bâtınîlerin taraftar toplama amacıyla muhkem ayetler üzerinde te'vil yollarına başvurdukları ifade edilir.[5]

Budizm, Şamanizm, Hristiyanlık, Mazdek[6] ve Mani[7][8] dinlerindeki inançların İslam toplumlarınca benimsenmeleri

değiştir

Bâtınîler tarafından Budizm’in düşünce yapısı tasavvuf yolundan ayrılan ayrı bir bâtınî mezhep halinde sunulurken, Maniheizm ve Mazdekiyye gibi dinlerin temsil ettiği i’tikadî manzumeler İbâhiyye tarafından özümsenmekteydi. Hristiyanlığın telkin ettiği tanrının insana benzeyişi ve İsa’ya hulûlü kuramı gibi hoşa giden ve zihinlere en uygun gelen kısımları ise Bâtınîliğin “Alâllah” kulları tarafından temsil edilmesi şeklinde arz edilmekteydi. Ayrıca, Türk dininin i'tikadî kuramları içerisinde yer alan Gök Tanrı ile Ali bin Ebû Tâlib’in semâvî mekânları birbirleriyle tam bir uyumluluk göstermekteydi.[9][10]

Tarihçe ve yayılım

değiştir

Bâtınî şiiler

değiştir

Dâî â’zamlar tarafından yayılan bu itikadın en şöhretli müntesipleri arasında “Fâtımîler Hâlifeliği’nden Müstansır-Billâh el-Fâtımî”, “Sabbâhiyye’nin bânisi olan Hasan Sabbâh” ve “Suriye Bâtınîleri’nin Reisi Râşidüddin Sinân el-İsmâilî”, “Afrika Kıt’ası Bâtınileri’ni yöneten İbn-i Meserret”, “Pamir Alevîliği’nin kurucusu Nâsır-ı Hüsrev”, “Hindistan Bâtınîliği’nin yaratıcısı Ahmed bin Keyyâl” ve “İbn Attâş” gibi Bâtınîlik tarihinde nâm kazanmış olan “Alevî-İsmâiliyye” gelmekteydi.

Şii-Bâtınî tarikât ve mezheplerin Türkler arasında yayılması

değiştir

Tarihi olarak 9. yüzyılda oluşmaya başladığı 11. yüzyılda oluşumunu tamamladığı kabul edilmektedir. Eski Türk inanç ve geleneklerinin Bâtınî anlayışın Türkler tarafından benimsenmesinde katkısı olduğu düşünülür. Bâtınîler inanışlarını tarih boyunca daîler aracılığıyla yaymışlardır. 11. yüzyılda Hasan Sabbâh’ın görüşleri etrafında oluşan akım Fâtımîler tarafından desteklenmiştir. Liderleri Hasan Sabbâh Kazvin bölgesindeki Alamut Kalesi’ni kendisine merkez yapmış ve fedaileri aracılığıyla Nizamülmülk'ün de aralarında bulunduğu birçok devlet adamını suikast yaparak öldürtmüştür. Melikşah döneminde güçlenen hareket ortadan kaldırılmak istenmiş ancak Melikşah’ın ölümü üzerine başarılı olunamamıştır. 13. yüzyıl ortalarına kadar etkili olan bu hareket 1256 yılında Moğol hükümdarı Hülâgû'nün Alamut Kalesi’ni yıkması ile ortadan kalkmıştır.

Selçuklular devrinde bâtınîlik hareketleri

değiştir

Hulefa-yı Fâtımî dâîlerinin Abbâsîler’in hükümran oldukları ülkelerde kuvvetli bir propaganda teşkilâtı oluşturdukları sıralarda şiîliğin korunması adına çok dikkatli davranan Selçuklu hükümdarları da Sultan Tuğrul’un i’tikaden Mu'tezile’den olan, Kerrâmîlik[11] mezhebine mensup veziri “Amid’ûl-Melik” gibi Şîa-i Bâtıniyye’nin en önemli dâîlerinden biri tarafından istenildiği bir şekilde yönetilmekteydi. Selçukluların Anadolu’nun içlerine doğru ilerlemesiyle birlikte Selçuklu ordularıyla birlikte yürüyen Şîa-i Bâtıniyye dâ’îlerinin nüfuz alanı da Anadolu’nun içlerine doğru yayılmaktaydı.

Bâtınîliğin Kuzey Afrikaya yayılması

değiştir

H. 553 / M. 1158 yılında İran Selçuklularının sonu olarak kabul edilen Sultan Sencer’in evlât bırakmadan ölmesi üzerine Selçuklu valileri Horasan, Irak-ı Acem, Kerman, Halep, Şam, Konya Selçuk şubeleri oluşturdukları gibi Benî Artıklar, Elgarzîler, Musul ve Halep Atabeylikleri isimleri altında bağımsızlıklarını ilân ettiler. Fâtımîler’in son halifesi olan El-Âzıd bil-Lâh’ın H. 566 / M. 1171 tarihinde vefatı üzerine Şâfiî olan Selâhaddîn-i Eyyûbî Mısır’a yerleşti. Bunun üzerine iki yüz yetmiş sekiz sene süren Mısır Şîa’sının tarihe karışması neticesi “Mısır Şîa-i Bâtın’îyyesi” mensupları da çeşitli ülkelere dağılmak zorunda kaldılar. Böylece, Sultan Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin baskısından bunalan Bâtın’îyye dâîleri bu yeni bağımsızlığına kavuşan bölgelere göç ettiler. O sırada Bağdat’ta hilâfet makamında oturan Müstencid-Billâh’ın Alamut Şeyh’ûl-Cebelleri tarafından suikaste kurban gittiği haberi geldi. Bunun üzerine Bâtınîler aleyhinde şiddetli fetvâlar yayınlanmaya başlandı. İlk fetvâyı da Rüstem dârı âlimlerinden ve meşhur fukahadan olan imâm Fahr’ûl-İslâm Rûyânî verdi. Bundan son derece müessir olan Bâtınîler, sonunda Fahr-ûl’İslâm’ı da hançerletmeyi başardılar.[12] Neticede, Bağdat’taki hilâfet makâmı Bâtınîler’e karşı tavizkâr davranmak zorunda kaldı. Müstencid-Billâh’ın torunu olan “Nâsır-Lidînillâh” halife olunca Şîa-i Bâtın’îyye’ye karşı daha teveccühkâr bir tutum izledi. Hattâ bazen teşvik dahi etti.[13]

Bâtınîlerin Moğol ve Türk aşiretlerine yayılması

değiştir

Türkler Mâverâünnehir ve İran’a yerleşmeden önce ve sonra, Budizm, Mezdekiyye, Mani dinleriyle Mecûsîlik ve Hristiyanlığın neşirleri tarafından yapılmakta olan etkin telkinler altında kaldılar.

Orta Asya’da yaşayan ve Türkler’in dini olan Şamanizm, Pamir’e kadar gelen Alevî-Bâtınî dâîlerinin savunduğu ilkeler ile kolayca kaynaşabilecek akideler ihtiva etmekteydi. “Bâtınîler” eski Türk dîninde mevcut olan bir takım inançlar ile “Şîa-i Bâtın’îyye” arasındaki benzerlikleri kullanarak büyük istifade köprüleri oluşturdular. Bu hususta en çok yararlandıkları fikir ise Ali bin Ebû Tâlib’in şahsiyetinin ilâhlaştırılması ve kendisine Türk ilâhlarının en büyüğü olan ve göğün en üst katında oturan Gök Tanrı’ya eşdeğer bir makam atfedilmesi olmuştu. Büveyhîler gibi Abbâsîler’e düşman olan Kutb’ûd-Dîn Muhammed Harzem Şah’ın hilâfetin Ali evlâdına devredilmesi için girişimlerde bulunması da Türkler üzerinde Şîa-i Bâtın'îyye” lehine çok kuvvetli etkiler oluşturmuştu. “Kutbüddin Hârizmşah” zamanın Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh’ın yerine Sâdattan Seyyid Abd’ûl-Melik Tırmizî’yi geçirmek üzereyken Moğolların taarruza geçtikleri haberinin etrafa yayılması üzerine kendi ülkesini savunmak için memleketine geri dönmek zorunda kalmıştı. Şeyh Şihab’ed-Dîn Ömer Sühreverdî’nin Havarezmşâh’ın huzurunda Abbâsî Halifeliği’nin sürekliliğinin sağlanmasının gerekliliğine lehinde uzun bir nutuk attığında Kutb’ûd-Dîn’in şiddetli muhalefetine mâruz kalmıştı.

Anadolu Selçukluları devrinde “Şîʿa-i Bâtın’îyye” hareketleri

değiştir

Bu devirde Anadolu’da Bâtınîliğin en önemli propaganda merkezini Sultan Mes’ud evvel tarafından yaptırılmış olan Mes’udiye tekkesi temsil ediyordu. Anadolu Selçukluları’nın nüfuz ve hâkimiyet sahaları tamamen Moğollar’ın denetim ve müsaadesine tâbi bulunuyordu. Birçok şehirlerde İlhanlılar’ın himâyesi altında Şiîliği neşreden “Bâtın’ûl-Mezhep Babalar” tarafından açılan zâviyelerin sayıları da gün geçtikçe artmaktaydı. Moğollar’ın nüfuzuyla Mes’udiye Medresesi müderrisi Ehl-i Sünnet âlimlerden “Şeyh Mecd’ed-Dîn İsâ” azledilerek yerine Şîa-i Bâtıniyye’nin en değerli dâîlerinden “Şems’ed-Dîn Ahmed Baba” atandı.

Sâmânîler devrinin İranî bir simâ göstermesi ve Abbâsîler’in de İran-perestişkârı olarak tarihin huzuruna çıkması gibi yedinci hicrî asırda Konya’da Mevlânâ Celâleddîn’in tesiri neticesinde Selçuklu saraylarında yaşayan şairler Anadolu’da İranîliğe doğru şiddetli bir sevgi uyandırmışlardı. Bu tesirler altında kalan Konya Selçuk sultanları da ayni duygu ve hisler içerisinde İranın tantanalı hükümdar adları ile kendi şehzâdelerini çağırmağa varacak kadar aşırı derecede ifrata kaçan birer İran hâyranı ve tâklitçisi olarak yetişmekteydiler. Konya Selçuklu sarayındaki şehzadeler hep Keyâniyan ve Sâsâniyan hükümdarlarının isimleriyle çağrılır olmuştu. Bu kültürün etkisi altında yetişen kibâr ve tâhsilli sınıflar, âlimler, şeyhler ve şâirler olanca güçleriyle İran dil ve edebiyatının gelişmesine hizmet ederlerken, diğer taraftan da asıl i’tikadi unsurları bünyelerinde barındıran Bâtıniyye Babalar bütün Türk ve Türkmen boylarını bir millî birlik ruhuyla birbirlerine kaynaştırmak için yoğun gayret sarfetmekteydiler. Öte taraftan devletin resmî dili ise Farsça’ydı.

Bâtınîliğin Türkler arasında yayılması

değiştir

“Horasan Erenleri”[14] nâmıyla Oğuz boyları arasında kendilerine yer edinen Şîa-i Bâtıniyye dâîleri” ve millî lisân ile konuşarak halkın ruhiyatına pek uygun telkinlerde bulunan Bâtıniyye-Babalar,” iptidaî bir şer'ait içerisinde yaşamlarını idâme ettirme mücadelesi sürdüren ve şehirliğin ince yaşam tarzını bilmeyen “Türk Özleri” yanında kendilerini birer “Veli” olarak tanıtmayı başarıyla becermişlerdi. Bâtınîler, süslü nâzım lisanından bir şey anlamayan bu aşîretler arasında düzenledikleri sazlı ve şaraplı meclislerde geçmişin tüm hurafe ve efsanelerini halka nakletmek suretiyle insanların gönüllerinde ilâhi duygular uyandırmaktaydılar.

Bâtınîler’in Moğollar arasına karışması ve Alevî-Bâtınîliğin Harezm Türkleri arasında yayılması
değiştir

Selçuklular iktidara geldiklerinde Bağdat hilâfetine düşmüş olan Mısır Fâtımîleri'yle, aslında Şîa’nın Nizâriyye kolu mensuplarından olan “Alamut Reisi” ve bütün “Bâtınîler’in Sahib-î Â’zam-ı” Hasan Sabbâh'ı karşılarında buldular. Bilâhare Moğol istilâlarının başlamasıyla sahip oldukları karışık i'tikadların etkisinde kalarak vicdanî oluşumlarını kaybetmiş olan önemli kütleler, Moğol ordularının arasına karıştılar. Anadolu Selçuklu sultanlarından I. Keykubad zamanında Halaç ve Kapçak gibi Türkmen kabilelerinden pek yoğun kütleler de Anadolu'ya yerleşmekteydi. Celâleddin Hârizmşah Menkûberti'nin baskıcı tutumundan rahatsızlık duyan kabileler ve Harezm Türkmenleri Selçuklu Hanedanı'nın kendilerine duyduğu güvenle Anadolu Selçuklu Devleti'nin savunma kuvvetlerini teşkil etmekteydiler. II. Keyhusrev devrinde Amasya Bâtıniyye merkezinin etkisiyle bu Harezm Türkleri Selçuk ülkelerinden çıkartılarak Halep, Suriye ve El-Cezire muhitlerine dağıtıldılar. Konya Selçuk Sarayının hasmane siyâsetînden kuşkulanan Şîa-i Bâtıniyye dâîlerinden oluşan büyük bir topluluk ta bu Türkmen kabileleriyle birlikte göç ettiler. Harezm ülkesinin pek çok mezhep çatışmalarına sahne olduğunu fırsat bilen Bâtınî dâîleri, Harezmliler'in Anadolu Selçukluları tarafından kovulmaları fırsatını çok iyi değerlendirerek bütün kuvvetleriyle kendi âkide ve dâvalarını tasavvuf kanallarından geçirerek neşretmeye başladılar.[15]

Harezm Türkleri arasında Bektâşîler
değiştir

Celâleddin Hârizmşah’ın harekâtından memnun olmayan aşîretler ondan ayrılarak I. Keykubad’a iltica etmişler ve Selçuklular ülkelerine gelen bu aşîretlere de Sivas, Çorum, Engürü’ye kadar olan yörelerde yaylâk ve kışlaklar tahsis edilmişti. Bunların Celâleddin Hârizmşah’ın maiyetinden ayrılmalarına rastlayan zamanlar zarfında Hacı Bektâş-ı Velî hâlifelerinden bazıları da onların içlerine nüfuz etmeyi başarmışlardı. Şîa-i Bâtın’îyye dâîleri sıfatıyla bu topluluklar üzerinde önemli bir nüfuz kazanmışlardı.[16] Harezm ve Azerbaycan’dan gelen bu aşîretleri Anadolu ahalisi Tatar ve Moğol artıkları nazarıyla görüyordu. Bektaşî babalarından Ahlat, Diyâr-ı Bekir vilâyetlerinden önemli bir grupla beraber Harzemliler arasında da Barak Baba müridlerinden yine ayrı bir parti propagandalarda bulunuyorlardı. Bu devirde Barak Baba’nın Anadolu’da yaygın bir şöhreti vardı.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılması ve Alevî-Bâtınî Babaların Anadolu’ya yayılması

değiştir

Anadolu Selçuklu Devleti’nin çöküşünün başlangıcı olan Keyhusrev-i Sânî’nin Kösedağ yenilgisi (H. 640 / M. 1243) üzerine Anadolu’nun tamamı Moğollar’ın denetim alanı içerisine girdi. Anadolu’nun tamamı Aksaray’da ikâmet eden ve barışı tesis etmek ile görevlendirilmiş bir Moğol valisi tarafından yönetilmekteydi. İşte bu fetret devrinde, Celâleddin Hârizmşah Menkûberti’nin ordularıyla Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Bâtınîye dervişleri de devletin tâkibatından kurtulmuş olarak faaliyetlerini serbestçe sürdürmekteydiler. Anadolu’nun her tarafında Şîa ve Bâtıniyye-Alevî babalar tarafından art arda zâviyeler açılmaktaydı. Mesud Evvel’in Amasya’daki tekkesine Baba İlyas gibi Şîa-i Bâtın’îyye Mezhebi’nin en meşhur bir dâîsi postnişin olmuştu. Vaktiyle, İlhanlı saraylarında mâkam ve mevki sahibi olan Şiî âlimler Anadolu Selçukluları’nın Moğollar’ın himayesi altına girmeleri fırsatından istifadeyle Anadolu’ya yayıldılar.

Mes’udiye tekkesine karargâh kuran Alevîler

değiştir
Şücâ’ed-Dîn Ebû’l Bekâ Baba İlyâs Horasanî
değiştir

Melik Dânişmendiye devrinde bütün Anadolu’da meşhur olan Horasanlı Baba İlyas, “İbrahim Bey’in oğlu Yağ Basan Bey” zamanında Kayseri'ye kadı tâyin edilmişti. I. Keykubad tahta geçtiğinde, Amas'ya Kadılığı'na Taky'ed-Dîn'i, Mes'udiye Müderrisliği'ne Tâc'ed-Dîn Yûsuf Tebrizî'yi, Hankah Mes'udiye Şeyhliği'ne de Ebü’l Vefâ el-Bağdâdî’yi atadı. Ebü'l Vefâ’nın ölümü üzerine de yerine onun hâlifelerinden Kayseri Kadısı ve Şîa-i Bâtıniyye’nin en meşhurlarından olan Babâîlik pirî Baba İlyas Horasanî’yi tâyin etti.

Baba İshâk Kefersudî’nin Anadolu’daki faaliyetleri
değiştir

I. Keykubad iktidara geldiğinde “Mûhy’id-Dîn Muhammed bin Ali bin Ahmed Tahimî” adında İran'dan göç etmiş bir Şiî’yi Sivas’a kadı olarak atadı. Vaktiyle Şîraz’da önemli bir mevkî sahibi, felsefe ve bâtıniyye îlimlerde bir hâyli meşhur, belâgatlı söz söyleme üstâdı ve yüksek iktidar sahibi olan bu âlim adamdan Baba İshak nâmında “Binaz” hanedanına mensûp bir Rum[17] asıllı dersler görmekteydi. Baba İshâk Şirâz'da Mûhy'id-Dîn'in derslerine devam ederken, Şîa-i Bâtıniyye’nin Alamut’taki Dâî Â’zamı “Alamut Reisi II. Muhammed” tarafından Anadolu Dâîliği’ne atandı. Bu sırada Hocası Mûhy’id-Dîn Tahimî’nin Sivas Kadılığı’na tâyin edilmesi fırsatını çok iyi değerlendiren Baba İshâk, hocasının himâyesi altında Anadolu Selçuklu Hükümeti’nin de güven ve teveccühünü arkasına alarak Şimşat yakınlarında Kefersud nahiyesinde Alamut merkezli Şîa propagandasını ve “Melâhide-i Bâtıniyye” i’tikadını neşriyâta başladı. H. 621 / M. 1225 yılında Mûhy’id-Dîn-i Ahmed Tahimî’nin vefâtından sonra hükûmet aleyhinde yaptığı tahrikâtın duyulması üzerine Baba İshak bir süre gizlenmek zorunda kaldı. Baba İlyas Horasanî’nin Amas’ya Mes’udiye tekkesine şeyh olduğunu öğrenince hemen oraya giderek kendisine mürid oldu. Baba İlyas Tekkesi’nde “Amas’ya Valisi Toğrak Bey” ile olan pîrdâşlığı sayesinde halkın gözünde itibarını gün geçtikçe artırmaktaydı.[18]

Baba İshâk Kefersudî’nin çıkardığı Bâbâî İsyanı

değiştir

Vefâiyye tâkipçilerinden Baba İlyas ve müridi Baba İshak Kefersudî’nin çıkardığı Bâbaîlik ayaklanması, bugünkü Alevî-Bâtıniyye yerleşim yerlerini belirleyen isyândır. Anadolu’da Alevî nüfusun yoğun olduğu bölgelerde etkili olmuştur.

Selçuklu Sarayında bir Baba İshâk müridi: Sâd’ed-Dîn Köpek
değiştir

Sâdeddin Köpek Baba İshak Kefersudî’nin Selçuklu sarayına memur olarak gönderdiği bir müridiydi. I. Keykubad ile şehzadesi II. Keyhusrev devirlerinde Konya sarayına hulûl etmeyi ve “Şîa-i Bâtıniyye” nüfuzunu oraya sokmayı başaran bu bâtıniyye dervişi kendisine sarayda bazı taraftarlar edinmeyi de başarmıştı. Bu devirde Moğol istilâları nedeniyle Orta Asya ve Mâverâünnehir’den ayrılan ve Suriye yolundan geçen Şiîlerin en tercih ettikleri vatan Selçuklular’ın hükümran oldukları ülkelerdi. Sahib olduğu sahte vatanperverlik duygularıyle çevresinin etkisi altında kalan II. Keyhusrev Moğollarla itaatinden dolayı babası I. Keykubad’ı H. 634 / M. 1237 yılında zehirleyerek tahta çıktı. Böylece Sâdeddin Köpek te Sâdeddin Köpek unvanıyla vezîr-i â’zamlığa atandı. Müridi Sâdeddin Köpek’in elde ettiği bu başarılar sayesinde itibârını artıran Baba İshak idare etmekte olduğu Anadolu’daki Bâtınîlik Teşkilâtı’nı daha da büyütme fırsatını yakaladı. Tokat, Canik, Çorum, Sivas, Karahisar vilâyetlerinde Baba İlyas adına yaptığı dâvetlerine daha da önem verdi. Onun bu faaliyetleri neticesinde binlerce insan Selçuklu düşmanı olarak “Bâtınî” oluyorlardı.[19]

Baba İshâk Hâlifeliği’nin ilânı
değiştir

Müridi Sâdeddin Köpek’in Selçuklular vezîr-i â’zamlığına yükseltilmesi ve kazandığı başarılardan son derece memnuniyet duyan Baba İshak, o zamana kadar Baba İlyas nâmına yaptığı dâvetlerden vazgeçerek kendisini ön plâna çıkarmağa başladı. Yirmi bin ihtilâlciden oluşan bir kuvvet ile H. 632 / M. 1235 yılında huruç hareketi başlattı. “Emîr’ûl-Mü’minîn Sadr’ûd-Dünya ve’d-Dîn ve Baba İshak ünvânıyla hâlifeliğini ilân etti. El-Mukannaʿ benzeri bir şekilde Muhammed’in ruhunun Ali’ye, Ali’den de kendisine hulûl ettiğini iddia ediyordu. Şimşat, Urfa, Kefersud, Maraş, Ayintâb’dan gelen ve Suriye kıt’asındaki Halep Bâtınî merkezinden takviye edilen binlerce fedainin katılmasıyla birdenbire elli bin kişilik büyük bir ordu haline dönüşen Şîa-i Bâtıniyye Fırkaları” Amasya, Tokat, Sivas, Çorum’dan batıya doğru ilerlemeye ve civar şehirlere saldırmağa başlamışlardı. BâtıniyyeBabâîlik Ordu’su önlerine gelen bütün engelleri yıkıp hızla Konya’ya doğru ilerliyorlardı. Babâîler’in bu huruç hareketi karşısında tecavüze uğrayan memleketlerin seçkinleri, ulemâ ve eşrafı Mısır’a, Pâyitaht Konya’ya ve Anadolu’nun diğer hücra köşelerine doğru kaçışmaktaydılar. Sonunda durumun vahameti ve ihtilâlin ne kadar geniş bir alana yayıldığı hükümdara anlatıldı. İhtilâlin müsebbipleri arasında olduğu anlaşılan Baba İshak Kefersudî’nin müridi Sâdeddin Köpek derhal i’dam edildi.

Babâîler İsyânı’nın bastırılması ve Bâtınî Babaların Anadolu’ya yayılması
değiştir

Birçok cephede Babâîler ile çarpışan Selçuklular, nihâyetinde Baba İshak ve tâbi’lerini H. 637 / M. 1240 yılında Amasya Kalesi’nde ele geçirerek i’dam ettiler. Anadolu’da çıkan bu kanlı ihtilâlden son derece memnuniyet duyan Şîa-i Bâtıniyye Dâîleri Olcaytu’nun sarayından Anadolu’nun dört bir yanına yayılmağa başladılar. Cereyan eden bu elîm hâdiselerden yeise kapılan ve İlhanlılar’ın baskılarından usanan Sünnî âlimler de Uç Beyleri’ne sığnmak zorunda kaldılar. Sabık Mes’udîye müderrisi “Şeyh Mecd’ed-Dîn İsâ” Ertuğrul Gazi’ye, “Cemâl’ed-Dîn Aksarayî de Mısır’a iltica etmişlerdi. Şiîliğin uğradığı bu büyük faciayı istismar eden bazı Acem fırsatçıları Şîa-i Bâtıniyye dâîsi sıfatıyla Batı Anadolu’ya kadar nüfuz etmekteydiler. Bu Bâtıniyye – Babalar Anadolu’da Türkmen aşîretleri arasında tam teşekküllü bir “Alevîlik Cereyânı” oluşturmağa muvaffak oldular.

Bâtınî Babalar’ın halk üzerindeki etkileri ve devrin meşhur mutasavvıfları

değiştir

O yüzyıllarda, Selçuklular zamanında faaliyet gösteren en etkin Tasavvufî-Bâtıniyye-Tarikat mensupları Melâmiyye, Kalenderiyye ve Haydariler’den oluşmaktaydı. Bu Bâtıniyye-Tarikat temsilcileri daha ziyâde göçebeler arasında barınan ve halka hitap etmekle görevli olan “Babalar” idi. Eğitimli çevrelerden uzakta yaşayan bu “Bâtıniyye-Babalar” yüzyıllar boyunca beri kulaktan kulağa yayılan hurafelerle yıpranmış olan nakilleri bir veli tipi kanalıyla tasvir etmek suretiyle ve bu efsaneleri bir takım hârikalar ve kerametler ile süsleyerek bedevî ruhunun hoşlanacağı koşmalar, rubâîler, destanlar şeklinde halka anlatıyorlardı. “Bâtıniyye-Türkmen Babaları” Oğuz boylarının anlayacakları bir dilde, efsane ve masalları ilâhî bir hava ile içerisine İslâmî bir boyutu da ilâve etmek suretiyle halka sunmak hususunda çok başarılı oluyorlardı.

On ikinci yüzyılda Bağdat’ta Abdülkādir-i Geylânî ve Şihab’ed-Dîn Ömer Sühreverdî, Konya’da ise Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Lem’at yazarı Fahreddin Irakî ve Sadreddin Konevî gibi farklı geleneklere mensup tarikât pîrlerinin yayınlarla meşgul oldukları görülmektedir. İslâmî çevreler içinde tasavvufun pek revaçta olduğunu anlamamıza yardımcı olan bunca meşhur şahsiyetlerin arasında özellikle de Save’deki Baba Haydar tekkesi bu yüzyıldaki en tanınmış zâviyelerin başında gelmekteydi.

Hacı Bektâş Veli

değiştir

Meşhur Velâyet-Nâme onu Şiîliğin unvan mezhebini taşıyan Ca’fer es-Sâdık’tan Bâyezîd-i Bistâmî’nin getirdiği hırkayı giymiş olan “Lokman Perende” vasıtasıyla Ahmed Yesevî’ye bağlar. Velâyet-Nâme üzerinde uzmanlaşmış yazarların nakletiklerine göre Hacı Bektâş’ın tarikat silsilesi önce Baba Haydar’a, ondan da Lokman Serhasî’ye ve oradan da Baba İlyas vasıtasıyla Ahmed Yesevî’ye bağlanmaktadır. Âşık Paşa tarihinde ise “Hacı Bektâş-ı VelîHorasan’dan “Menteş” adındaki kardeşiyle beraber Sivas’a gelerek Baba İlyas Horasanî’ye mürid oldular. Bu intisaptan sonra Hacı Bektâş önce Kayseri’ye oradan da Kırşehri’ne geldi, sonra da Karacahöyüğe yerleşti. Buna göre Ahmed Yesevî müridlerinden olduğuna dâir rivayetin doğru olmadığı anlaşılıyor.[20]

Hacı Bektaş’ın yaşadığı dönem ve kişiliği
değiştir

Tezkire-i Eflâkî’ye göre “Hacı Bektâş” Rûm’da “Baba İlyas” derler bir Erin halifesiydi. Hacı Bektâş-ı Velî o yüzyılda mesnevîleri ve gazelleriyle bütün tasavvuf âleminde saygıyla anılan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye bazı sualler sormak için müridi Baba İshak Kefersudî’yi Konya’ya gönderdi. Baba İshak Konya’da Mevlânâ’nın yanına vardığında onu zikr’üs-semâ’yla meşgul buldu. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ise keşf ve keramet yoluyla sorulara önceden vâkıf olduğundan daha Baba İshak’ın sorularını sormasına fırsat tanımadan bir dörtlük şeklinde başka sorular yöneltmek suretiyle yanıt verdi. Baba İshak kendisini, sualin ve mısraların zamirinde yatan amacın yanıtını almış addetmek suretiyle geri dönerek keyfiyeti Hacı Bektâş’a nakletti. Sultan I. Keykubad’ın oğlu II. Keyhusrev devrinde yaşadığı anlaşılan Hacı Bektâş’ın Anadolu’da nüfuz sâhibi Şîa dâîlerden birisi olduğu anlaşılmaktadır. Selçuklu Sultanları arasındaysa Süleyman’dan başka Şiî olan bilinmemektedir. Bir başka rivayete göre ise bu “Şiîlik Hareketleri” Hacı Bektâş’ın şahsiyetinde değil de ona tâbi olanlara mahsustu. Şekayık’a göre Hacı Bektâş’ın Baba İshak gibi diğer müridleri arasında da “Melâhide-i Bâtıniyye” i’tikadını paylaşan pek çok dervişler mevcuttu.[21]

Hacı Bektaş’ın yetiştirdiği halifeler
değiştir

Hacı Bektâş Horasan’dan Anadolu’ya göç ettikten sonra Suluca Karahüyük’te otuz altı sene “Melâmet kökenli On İki İmamcı TasavvufîBâtıniyye İslâm” i’tikadını neşriyât ile meşgul oldu ve bu süre zarfında aralarında Cemâl Seyyid, Sarı İsmâil, Kolu açık Hâcim Sultan, Baba İlyas, Birap Sultan, Recep Seyyid Sarı Kadı, Ali Baba, Barak Baba, Yahya Paşa, Sultan Bahâ’ed-Dîn, Atlaspuş ve Dost Hüda Hazreti Sâmet gibi meşhurların da bulunduğu tam otuz altı bin halife yetiştirdi. Ölümünün yaklaştığını hisseder hissetmez her birini bir memlekete yolladı. Bunların bazılarının hâllerini Hacı Bektaş Vilâyetnâmesi anlatmaktadır.[22] Hacı Bektâş’ın Melâmet kökenli Bâtınîliğin Anadolu’daki neşri faaliyetleri tartışmasız hâyrete şâyan olmakla beraber bu meyândaki teşkilatlanmanın ana merkezinde Baba İlyas bulunmaktaydı. Eflâkî’nin Baba Resul’ü Hacı Bektâş’ın şeyhi olarak göstermesine karşın Hacı Bektaş Vilâyetnâmesi tersini iddia etmektedir. Barak Baba’nın da Tokatlı olduğuna dair söylenti ile Hoylu olduğuna dâir ihtilâf da aynen buna benzemektedir. Hacı Bektaş Vilâyetnâmesi’nin nakilleri, Milâdî 1271 tarihinde vefât ettiği bilinen Hacı Bektâş’ı Orhan devrinde sağ olarak göstermek gibi daha birçok yönden tenkit edilmeye açık kalan çelişkileri ihtivâ etmektedir.

Anadolu’da faaliyet gösteren Bâtınîler

değiştir

Anadolu’da Alevî, Bektâşî, Kızılbaş, Dazalak, Hurûfî, Rum abdalları, Kalenderîler, Melâmiye, Haydariye, Câmiye, Şemsiye, Edhemiye gibi Bâtınî kolları birbirleri ardından ortaya çıktıkları gibi bütün bu çeşitli yolların dinî hükümlerdeki ihtilâflarına rağmen kendi aralarında “Bâtınîlik” konusunda ortak bir zeminde birleşmekteydiler. Taşıdıkları Bâtınî akideler ise hep Mısır Fâtımî dâîleri ile Suriye Bâtınilerinin telkinlerini ihtiva etmekteydi.

Anadolu’da Bektaşi nüfuzu
değiştir

Çeşitli Türk kabileleri Anadolu’ya göç etmeğe başladıklarında özellikle de Anadolu Selçukluları’nın en debdebeli devri olan I. Keykubad’ın iktidarına rast gelen zaman dilimi içerisinde Anadolu’da Şîa bir hâyli ilerlemiş ve II. Keyhusrev’in saltanatının başlangıcında Babâîler İhtilâli patlak vermiş ve Hacı Bektâş da bu arada çok kuvvetli nüfuz sahibi bir şahsiyet olarak ortaya çıkmıştı. Vilâyetnâme’ye göre I. Keykubad bile, Şaman Türklerin İslamiyet’e girmelerine bir vesile olan Hacı Bektâş’ın hâlifesi “Kara Donlu Can Baba” dolayısıyla hünkâra karşı derin bir hürmet beslemekteydi. Hacı Bektâş’ın yurt edindiği Kırşehir yolu Dulgadır Türkmenleri’nin arasından geçmekteydi. Bu nedenle Halep, Adana ve havalisinde yaşayan Türkmenler arasında hünkârın adı saygıyla anılmaktaydı. Akşehir’deki “Mahmud Hayranî” ile Sivrihisar’da yaşayan “Yûnus Emre” de hünkâra âhid verenler arasındaydı. Ahlat’da da meşhur Barak Baba’nın müridlerinden “Baba Emîrci” bulunuyordu. O devirlerde Anadolu'daki Bektâşî nüfuzunun en hâkim bulunduğu yerler arasında Ankara, Sivas, Konya, Kayseri, Kırşehir ve güneye doğru yayılmış olan Türkmen Aşîretleri'nin yerleşmiş oldukları vilâyetlerdi.[23]

Ahilik ve Alevilik
değiştir

Selçuklular dönemi ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sürecinde “Âhilik” Anadolu’daki sosyal yaşantının gelişmesine çok önemli katkılarda bulunmuştur. Kendi kural ve kurullarına sahip, günümüz esnaf odalarına benzer bir işlevi olan “Âhilik Teşkilatı” iyi ahlâkın, doğruluğun, kardeşliğin, yardım severliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzendir. Ahîler’in reisi olan ve Kırşehir’de yaşayan Ahî Evran’nın Hacı Bektâş-ı Velî ile de dostlukları vardı. Sivas’taki Ahîlik çok geniş bir teşkilâta sahip oldukları gibi Babaîlik ile de sıkı münasebetlerde bulunuyorlardı. Bayburt’taki Ahîler’in başkanlığına ise “Âhi Emîr Ahmed Bayburdî” getirilmişti.

Karamanlılar devrinde Anadolu’da Bektaşi faaliyetleri
değiştir

Anadolu Selçukluları'nın yıkılmasından sonra ise Karamanoğlu Mehmed Bey’in Konya’ya hâkim olması üzerine, o devre kadar devletin resmî dili olan Farsça’yı yasaklayarak Türkçe’nin konuşulmasını emretti. Bu karar en fazla Bâtıniyye-Şîa babaların amaçlarına yardımcı oldu. Oba ve yaylâlarda yaşayan ve kentleşememiş olan Türk aşîretleri ve bütün Türkmenler kendilerine öz dilleriyle hitap eden bu Şîa-i Bâtıniyye Babalarına candan gönül vererek kuvvetle bağlandılar.

Germiyanlılar devrinde Batı Anadolu’da Bektaşi faaliyetleri
değiştir

Bu bölgede Bektâşîliğin yayılması maksadiyle Hacı Bektâş’ın halifelerinin üçüncüsü olan Hâcim Sultan memur tâyin edilmişti. Germiyanoğulları Uşak civarında “Susuz Köyü” yurt olarak Hâcim Sultan'a vermişti. Daha Hacı Bektâş-ı Velî hayâttayken Bektaşîlik Batı Anadolu'ya yayılmıştı. Hattâ onun mânevî himmetiyle Batı Anadolu fethedilmişti. Germeyan Bey’in yönetimi altındaki ordu Kütahya, Tavşanlı, Altuntaş, “Kermeyan Kalesi” diye meşhur olan kaleyi, Denizli, Uşak, Sandıklı ve Işıklı'yı aldı. Germiyanoğulları Vilâyetinde kışlak ve yaylâk tutan “Akkoyunlular Aşîreti” baştanbaşa Hacı Bektâş’ın halifesi olan Hâcim Sultan’a intisap etmişlerdi.[24] Germiyanoğulları fethettiği memleketlere “Bey” oldu. Akdeniz sahillerine de önemli bir askerî kıt'a sevk etti. Ayrıca, Balıkesir, Edremit ve çevresini fethetti.

İlhanlılar devrinde “Şîʿa-i Bâtın’îyye” hareketleri

değiştir

Moğolların en güçlü devirlerinde Kara-Kurum saraylarında itibar sahibi olan Budist ve Hristiyan din adamlarıyla karşı karşıya gelen İslâmiyet mensupları çok büyük tehlikelere maruz kalmışlardı. İlhanlılar’ın henüz kudret sahibi olmadıkları devirlerde Cengiz’in kurduğu büyük imparatorluk henüz parçalanmamıştı. Onun yerine geçen “Oktay Han” ise Cengiz'in koyduğu yasaları taviz vermeden uygulamaktaydı.[25] Bilhâssa Kayuk Han devrinde (M. 1247 / H. 645) Moğol âdetlerinden kaynaklanan yasaların hâkimiyeti altında yaşayan Müslümanlar büyük işkencelere maruz kalarak ezilmekteydiler. Argon Han (M. 1291 / H. 690) devrinde ise Müslümanlar çok şiddetli bir mezâlime maruz kaldılar. H. 656 / M. 1258 yılında Bağdad Abbâsîleri'nin çökmesi sonucu Mısır'a kaçmayı başaran ayni aileden “Müstansır-Billâh Ahmed b. MuhammedMısır hükümdarı I. Baybars tarafından M. 1261 tarihinde hilâfete geçirildi. Bu durum “Alevîler” tarafından eskiden kendilerine ait olan Fâtımî hilâfet makâmının gasp edilmesi olarak algılandı. Fâtımî halifelerinin yeniden canlandırılması ve Mısır'ın gelecekteki siyâsî güvenliğinin teminat altına alınmasına yönelik bir tedbir mahiyetinde olan bu hareket, yeni Mısır Abbâsî hâlifesinin konumunu da Mısır hükümdarının yanında bir tekke şeyhinden fazla bir nüfuza sahip olamayan bir kukla durumuna indirgiyordu. Durumun kendi aleyhlerine vahim bir şekilde geliştiğini çabuk kavrayan Alevîler olanca güçlerini Moğol Kaanları'nın teveccühünü kazanmak için sarf etmeğe başladılar. Büyük Moğol istilâsının başladığı devirlerde Bâtıniyye, Zeydiyye, İmâmiyye, İsnâaşeriyye ve Gāliyye-i Şîa’dan müteşekkil fırkalar Mısır, Şam, Irak, Arap ve Acem, Azerbaycan, Fâris ve Horasan ülkelerine yayılmışlardı. Cengiz Orduları’nın Harezm ülkelerine doğru hareket etmeğe başladıklarındaysa bu mezheplerin mensupları da Cengiz Orduları’nın önünden kaçarak Orta Asya’dan batıya doğru göç etmek zorunda kalmışlardı.

Mahmud Gazan Han ve Moğollar’ın İslamiyeti kabulü

değiştir

İlhanlılar’ın dördüncü sultanı olan Gāzân Han M. 1295 / H. 693 tarihinde İlhanlılar tahtına oturdu. Önceleri Hulâgu’nun yolunda yürüyen bu sultan Emir Nevruz’un sayesinde Müslüman oldu.[26][27][28][29] Hâkanın İslâmiyeti kabulünde en önemli etkiyi “Kutb-ûd-Dîn Şirâzî” ile kardeşi “Kemal’ed-Dîn Şirâzî” yapmışlardı. Gāzân Han’ın dokuz yıl süren saltanatı süresince İran’daki bütün Moğollar İslâm dinine girdi.

Mahmud Gazan Han’ın İslam'ın yayılmasındaki rolü ve hizmetleri
değiştir

Gāzân Han hayâtında Tebriz’in batısında kendisi için bir türbe, fukaha için medreseler, sûfîlere ait medreseler yaptırdı ve bunların imarı için vakıflar bağladı.[30] Meşhur Kutb’ûd-Dîn Şirâzî,[31] Numam Tebrizî,[32] Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî,[33] Barak Baba[34][35][36] Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin torunu Ulu Arif Çelebi[37] gibi büyük âlim ve mutasavvıflara pek çok ihsanlarda bulunmuştu. H. 701 / M. 1302 yılında öldü.[38]

Alevi nüfuzu altına giren Moğollar’a Mısır’ın Türk asıllı Kölemen (Memlük) hükümdarının harb ilanı
değiştir

Gāzân Han’ın sarayına sızan Şiîlerin hilâfet makamına tekrar Alevîler’i getirme teşebbüslerini öğrenen Mısır hükümdarı Muhammed b. Kalavun H. 699 / M. 1300 tarihinde Moğollar ile kanlı bir harbe girişti. Halbûki Mısır, Fâtımî halifelerinin yüzyıllar boyu ektikleri Şiîlik tohumlarıyla ünlenmiş bir ülkeydi ve bütün bu muhitler mezheben hep Alevî taraftarlarından oluşmaktaydılar.

Mahmud Gazan Han’ın kardeşi Olcaytu’nun İsnâ‘aşer’îyye mezhebine girişi

değiştir

Gāzân Han vezir Emîr Nevrûz’un ölümünden sonra fazla yaşamadı. Henüz İslâmiyet’in nüfuzu lâyikiyle Moğol saraylarına yerleşemeden Olcaytu Han İlhanlılar tahtına oturdu. Orta Asya’dan batıya doğru durmadan akın eden İbâhiyye, Hulûl ve Tenâsüh akideleri taşıyan bazı garip kıyafetli Bâtıniyye dervişlerinin faaliyetlerinin çok arttığı bu devirde, vezir Sâd’ed-Dîn Kazvinî Alevî’nin himayesinde bulunan Seyyid Tac’ed-Dîn Saveci’nin yoğun çabaları sonucunda birçok Şîa âlimi de Moğol hükümdarı Olcaytu’nun sarayına gelmişlerdi. Kelâm ve felsefe konularına derin ilgi duyan bu hükümdar, Horasan’dan gelen “Hanefî Kelâmcıları”, Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî’nin ekibinde yer alan “Şâfiî Eş’arileri” ve daha birçok çeşitli değişik mezheplere mensup olan “Şîa-i Bâtıniyye âlimleri” mevcuttu. “Kadı’ûl-Kudât Hoca Abd’ûl-Melîk Şâfiî” ile Hanefî mezhebi’nin meşhurlarından “Sadri Cihân” arasında geçen çok şiddetli bir Kelâm tartışması üzerine Gāzân Han'ın kardeşi Olcaytu Han meşhur âlimlerden İbnü’l-Mutahhar Hillî'nin tesirleri ve Seyyid Tac'ed-Dîn Saveci'nin de telkinleriyle, Şîa’nın İmâmiyye-i İsnâaşeriyye mezhebini kabul etti. (H. 707 / M. 1307)[39] Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî ile Tac’ed-Dîn Şah arasında vuku bulan siyâsî çekişmeler neticesinde Olcaytu’nun sarayı zamanla nezahetini yitirmiş olmakla beraber, burada îlmen ve ahlâken çok bilgili ve kıymetli şahsiyetler de bulunmaktaydı.[40]

Olcaytu’nun Onikiciler mezhebinin yayılmasındaki hizmetleri
değiştir

Seyyid Tac’ed-Dîn Saveci’nin tavsiyesiyle Olcaytu’nun sarayında iltifatlara boğulan meşhur âlimlerden İbnü’l-Mutahhar Hillî’nin Şîa’nın İmâmiyye-i İsnâaşeriyye mezhebinin âkidelerini savunma amacıyla yazdığı kitaplar, o devirde yayınlanmış olan en etkili dinî eserler olarak kabul görmekteydi. Olcaytu’nun İbn-i Mûtahhar’ûl-Hillî’nin tesirleri altında kalması neticesinde Şiîliğin İmâmiyye-i İsnâaşeriyye mezhebi de İlhanlılar’ın hâkimiyetlerindeki ülkelerde bir hâyli güç kazanmıştı.[41] Olcaytu’un Şiîliğe karşı beslediği muhabbet, bastırmış olduğu sikkelerin bir yüzüne “Lâ İlâhe’ill-Allah Muhammed Resûl’ûl-Lâh, Ali Velîy’ûl-Lâh” diye yazdırmağa, diğer tarafına da İmam-ı Mâ’sumâ’nın isimlerini hâkkettirmeğe varacak kadar ileri safhalara ulaşmıştı.[42][43]

Olcaytu Muhammed Hüdabende’nin sarayındaki Bâtınîler: Burak Baba
değiştir

Olcaytu Muhammed Hüdabende’nin sarayındaki Bâtınîler arasında çok önemli bir şahsiyet, mezheben Hûlman’îyye ve i’tikaden İbâhiyye ile Hulûl’den[2] olan Barak Baba, Suriye kıt’asında ve Halep civarında oturan Türkmen aşîretlerinin arasında dolaşarak halkı “Şîa-i Bâtın'îyye” mezhebine katılmağa dâvet etmekteydi. Aslen Baba İlyas’ın halifelerinden Aybek Baba’nın müridi olan Burak Baba ve mensupları Alamut’taki “Sabbâhiyyedâîleriydiler. Hûlman’îyye mezhebi gereği güzel çocuklara Tanrı diye secde eden Barak Baba İlhanlı saraylarındaki evliyâlar içinde en kibarı olarak nâm salmıştı. H. 705 / M. 1306 yılında Şam’a gelen bu “bâtıniyye-babası” burada meşhur şair Sirâc'ed-Dîn Haccar'ın şiddetli hicviyeleriyle büyük itibar kaybına uğradı ve nihâyetinde kendisine H. 706 / M. 1307 yılında uygulanan “Hadd-i Şerri” cezasının etkisiyle öldü.

Moğollar’ın hezimete uğramaları ve Olcaytu’nun Sünniliği kabulü

değiştir

İmâmiyye Şîası’ın başına getirilen İbnü’l-Mutahhar’ın “Nehc’ûl-Hâk” ve “Minhâc’ûl-İstikâme fî İsbât’ûl-İmâmiyye” gibi eserleri İlhanlı saraylarında ve bilhassa da Olcaytu’nun üzerinde çok derin tesirler oluşturmuştu.[44] Şîa’nın İlhanlılar’ın himâyesinde kuvvetle Sünnîliğe yüklendiği bu devirde, Birleşik Moğol-Haçlı ordularını Suriye’de dağıtan Mısır’ın Türk asıllı Memlükler Sultanı Muhammed’in yanında savaşlara katılan ve itibarını bir hâyli arttıran zamanın en büyük müçtehidi Selefiyye Takıyyüddin İbn Teymiyye de yayınlamış olduğu eseri “Minhâcü’s-Sünne” ile Şiîlerin hamlelerine karşı bir mukabelede bulunmaktaydı. Moğollar’ın sürekli tecavüzleriyle itibar kaybına uğrayan ve Şiîlik karşısında çok güç bir duruma düşen Anadolu Sünnîliği, bu durumdan endişe duyan uç beylerinden Karamanlı Nur’ed-Dîn Muhammed Bey,[45] Tekeli Türkmenleri Reisi ve Antalya Emîri Seyf’ed-Dîn Mahmud bin Sarim’ed-Dîn Teke ve Kosan Oğlu Nur’ed-Dîn Altun Bey gibi uç beylerinin gayretleriyle oluşturulan büyük bir ordu ile Konya ve havalisindeki Moğollar’ın tamamını hezimete uğratmağa ve buradan sürmeğe muvaffak oldu. Bu büyük yenilgi karşısında son derece sarsılan vezir Sâd’ed-Dîn Alevî Kazvinî’de kaderinden öldü. Cereyan eden bu hâdiseler üzerine Olcaytu Han da Şiîliği terk ederek Sünnîliği kabul etmek zorunda kaldı.[46] Moğollar’ın uğradıkları bu ağır mağlubiyetten sonra bütün râfizî âlimleri de birer birer İlhanlı saraylarından ayrılmağa başladılar. İmâmiyye Şîası’ın Reisi İbnü’l-Mutahhar da Hille’ye çekildi.

Alevi tekkelerin hükûmetler üzerindeki itibârları

değiştir

İmâmiyye’nin ulularından addedilen “Seyyid Kıvâm’ed-Dîn Mer’aşî”, Şiîliğin en kuvvetli câzibe merkezi olarak hizmet veren ve Horasan kıt'asının merkezî konumunda bulunan Âmûl kentindeki tekkesinden, bütün “Şîa-i Bâtın’îyye” hareketlerini denetim altında tutmaktaydı. Bu devirde Horasan Valisi olan “Efrasiyab” da derviş elbisesi giyerek Seyyid Kıvâm'ed-Dîn Mer'aşî'ye intisap edenler arasında yer almıştı. Fakat daha sonra Seyyid Kıvâm'ed-Dîn'in yükselen şöhreti karşısında kaygılanan öteki Âmûl âlimleriyle ittifak kurarak neyfedilmek üzere Kıvâm'ed-Dîn'i hapsettirdi. O gece Efrasiyab'ın veliâhtı Seyf'ed-Dîn'in aniden vefat etmesi halkın Seyyid hakkındaki i'tikatlarının daha da kuvvetlenmesine sebep oldu. Halk zindana hücum ederek Seyyid Kıvâm'ed-Dîn'i oradan kurtarıp başlar üzerinde taşıyarak “Rabo” köyündeki tekkesine getirdiler. H. 730 / M. 1330 tarihinde ise Kıvâm'ed-Dîn'nin üzerine Efrasiyab komutasında hücuma kalkan “kuvayi te’dibiye” de ağır bir yenilgiye uğradı. Bu müsademede Efrasiyab ile birlikte bulunan üç oğlu da Seyyid'in müridleri tarafından öldürüldü. Üç yüz dervişiyle birlikte Taberistan dağlarının en sarp yerlerine çekilen “Seyyid Kıvâm’ed-Dîn Mer’aşî” o yörelerin mutlak hâkimi oldu.[47]

Olcaytu’dan sonraki dönemde Batınılik hareketleri

değiştir

Nezarî ve Kuhistanî gibi Şîa-i Bâtıniyye dâîleri ise Moğollar'ın aldıkları bu ağır yenilgiden hiç de müteessir olmayıp, bilâkis olanca güçleriyle Kuhistan ve Kom gibi koyu Bâtıniyye merkezlerinde faaliyet ve neşriyâtlarına olanca güçleriyle devam ettiler.[48] Şirâzlı Kadı'ûl-Kazat Muhabb'ed-Dîn Ebû İbrahim Temimî'nin sarf ettiği tüm çabalara rağmen Faris vilâyeti ahalisi “Şîa-i Bâtıniyye” mezhebine girmişlerdi.[49] Olcaytu’nun vefatından sonra tahta oturan İlhanlı hükümdârı Ebû Said Bahadır Han’ın sünnîleri himâye etmesi neticesi devrin meşhur sufîlerinden Alâ’ed-Devle Semnanî ile Abd’ûr-Razzak Kâşî’nin zâviyeleri epey alâka ve ehemmiyet görmeğe başlamıştı.[50] Mâverâünnehir’de bir yüzyıldan daha uzun süren buhranların sebepleri arasında “Ebû Said Bahadır Han” iktidarının yetersizliği ve Şiî dâîlerle girişmiş olduğu mücadeleler başta gelmekteydi.[51] Ebû Said Bahadır Han’ın H. 736 / M. 1336 tarihinde vefatı üzerine Hülâgû’nun erkek evlâdından gelen soyu da böylece tamamen kurumuş oldu. Ebû Said’in vefâtını müteakip ortaya bazı küçük devletçikler ortaya çıktı. Bu yeni “Emaretler” arasında en fazla göze çarpan iki hükûmetten birisi Çobanoğulları diğeri ise “İlkâniyan” adını alan Celâyiroğulları’ndan Hasan-ı Büzürg sülâlesiydi. Muzafferîler de, Serbedârlar da siyâsi birer oluşum yarattıktan sonra Timur’un ortaya çıkmasıyla yok olup gittiler.[52]

Serbedarlar devrinde Alevi-Batınılik hareketleri
değiştir

Serbedârîler tarafından sürekli olarak desteklenen ve himaye edilen Şîa-i Bâtıniyye mezhebi bu sayede yaptığı hamlelerle yeniden hayât bulmağa uğraşmaktaydı. Serbedârîler hükûmeti Horasan’da meşhur Muhammed b. Hüseyin Beyhakī’nin de memleketi olan Beyhak kasabasına bağlı “Şîa-i Bâtıniyye” mezhebinin en yaygın olduğu “Paştin” köyünde doğan Abd’ûr-Razzak adında bir kişi tarafından kurulmuştu.[53][54] Şeyh Cevrî’nin hâlifesi Emîr Seyyid İzz’ed-Dîn Suğundî’nin nâkibi olan “Seyyid Kıvâm’ed-Dîn” daha İlhanlılar devrinde “Taberistan” ve “Sari” yörelerinde şiddetli Şiî propagandalarını başlatmış bulunmaktaydı. Bu devirde Horasan’da hiç eksik olmayan isyânların başında mutlaka bir şeyh ya da Şîa-i Bâtıniyye tarafından idare edilmekte olan bir zâviye bulunmaktaydı. H. 737 / M. 1337 yılında Serbedârîler Hükûmeti’nin kurucusu olan Abd’ûr-Razzak’ın kardeşi Vecd’ed-Dîn’in de aralarında yer aldığı çok mühim kuvvetlerle Tus şehrinin üzerine yürüyen Hasan Cevrî müridlerinden “Derviş Aziz” tarafından Horasan’da büyük bir ihtilâl çıkartıldı. Türkistan, Belh, Tirmiz, Herat, Hâf, Hûzistan, Kirman, Meşhed, Nîşâbur gibi büyük şehirlerin tamamı Hasan Cevrî müridlerinin denetimi altına alındı.

Moğollar devrinde çeşitli bölgelerde hâkim olan mezhepler
değiştir

Bu devrin mezhebî coğrafyası hakkında Hamd’ûl-Lâh Mûstefî’nin verdiği malûmata göre Rey, Rabin, Eşk, Deyleman, Tavaş, Harfan, Hasan Can, Eve, Rudbâd, Peşgel, Dere, Kum, Kâşân, Tefris, Zevare, Frahan, Nihâvend, Cürcân şehirleri hep Şiî’ydiler. Diğer taraftan Sühreverd, Merağa, Hûzistan, Han kentleri Hanefî oldukları gibi, Kazvin, Ebher, Zencan, Save, Tarin, Günan, Mezdekan, Tebrük, Ohan, Erdebil, Ehregilinir, Dahharkan, Nahcıvan, Küştapf, Şîraz, Küvar, Pişaver, Cebeli Ceylule, Dilbend, Hoşah, Errukârzi, İsfraz kentleri ahalisi ise mezheben Şâfiî idiler. Alamut Bâtınîleri’nin en fazla taraftarları ise Rudbar, Save, Talkan kasabalarındaydı. Hemedan Mu'tezile ve özellikle de Mücessime’den oluşmakta, Şîraz, Tebriz ve Olcaytu Han tarafından yeni kurulan Sultâniye şehrinde ise mezheben her türlü insan bulunmaktaydı.[55]

Türklerde aşiret teşkilatı

değiştir

Türkler bidâyette yirmi dört boya ayrılmışlardı.[56] Oğuzlar hesapsız aşîretlerle, Uygurlar yüz yirmi boya, Orta Asya’dan göç etmeğe başladıklarında ise Türkler dört bin boya bölünmüşlerdi.[57] Oğuzlar’ın bu yirmi dört boy teşkilâtı bütün Türk devletlerinin esasları arasında dâima görülmektedir. Selçuklular, Eyyûbîler, Memlükler, Akkoyunlular, Hârizmşahlar ve Türkmenler de hep ayni teşkilâtı sürdürmüşlerdir.

Oğuzlarda aşiret teşkilatı
değiştir

Oğuzlar kendi aşîretlerine “Öz” adını verirlerdi. Her aşîret bir “İl” ile birleşmiş ve o ilin bir parçası olarak kendine yer ayırmış olup, aşîretin bağımsız hayâtı yoktu. “İl” ise tam teşekkül demekti. Tatarlar’da ise aşîret tamamen bağımsızdı. Tatarlar kavmî birçok şubelerden oluşmaktadır. Her aşîret kendisine mahsus husûsî bir alana sahiptir.[58] Çerkezler’deki aşîret yapısı da “Evliya Çelebi tarafından nakledilmektedir.[59]

Anadolu’daki Türk aşiretlerinin Şiileşmesi
değiştir

Ebû Said Bahadır Han’ın H. 736 / M. 1336 tarihinde vefâtından sonra bu Türkler elli iki aşîrete ayrıldılar. Her yüz haneye bir bey seçilerek Selçuklular tarafından Bizans sınırlarına yerleştirildiler. Malatya, Kayseri, Sivas, Amasya taraflarında yurt edinen bu kabileler Selçuklular’ın yıkılmasını müteakip ait oldukları mezhepleri sebebi ile ve “Şîa-i Bâtıni’yye” babalarının da teşvikleri neticesinde dâima İran’a tâbi olmuşlardı.[60] Selçuklular ile mezhebî ihtilâf halinde bulunan bu aşîretler, I. Keykubad ve II. Keyhusrev gibi hükümdarların mutasavvıflara karşı göstermiş oldukları sâmimi alâkaları gördükçe, devletle aralarında olan ihtilâfı unutuyorlardı. Gelgelelim, Babâîler İsyânı neticesinde devletin şüphe ve tereddütlerinden kurtulamayan bu aşîretler, “Uç Beyleri” tarafından yönetilmekte olan vilâyetlere dağıldılar.

Şii Türk aşiretlerinin Osmanlılar’a bağlanması
değiştir

Selçuklular’ın yıkılmasından sonra “Uç Beyleri” ile birlikte bağımsızlıklarını ilân eden Osmanlılar’ın denetimi altındaki bölgelere “Şîa-i Bâtıni’yye Dâîleri” de yerleşmişlerdi. Ayni zamanda İran’a tâbi olan ve kendilerine tarhedilen vergi yükümlülüklerinin altında şiddetle ezilen aşîretler I. Bayezid tarafından taltif edildiler. Kadı Burhan’ed-Dîn’in hâkim olduğu memleketleri Yıldırım’ın zaptetmesiyle buralarda yurt edinmiş olan bütün aşîretler de Osmanlı Devleti’nin yönetimini tanıdılar.[61][62]

Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde Şii Bâtınîliği hareketleri

değiştir

Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde I. Osman Gazi’nin kayınpederi Edebâli ile I. Bayezid’in eniştesi “Emîr Şems’ed-Dîn-i Buharî” tarafından, Kirmastı'da meşhur “Geyikli Baba”, Antalya Elmalı'da Abdal Mûsâ ve Eskişehir Karacahisar'da “Kumral Baba” gibi daha birçok “Şia-i Bâtın’îyye” dâîleri adına zâviyeler yaptırılarak bunlara büyük vakıflar bağlanmıştı. Kazdağı yamaçlarında yaşayan Yürükler'in haraç rüsumları “Emîr-i Buharî” zâviyesine tahsis edilmişti.[63][64] II. Murad’ın ise her şehirde muakkak bir tekke yaptırdığı ve III. Murad’ın ise tasavvufî şiirleriyle Osmanlılar arasında ayrıcalıklı bir mevkiye sahib olduğu bilinmektedir. Fatih’in ûlema ve şeyhlere verdiği önemi ise Mevlânâ Câmî’ye gönderdiği paralardan ve Mâverâünnehre bulunduğu ihsanlardan anlaşılmaktadır. Fatih, Hoca ÛbeydʿAllâh-ı Ahrar’ın halifelerinden Şeyh’ûl-İlâhî Semâvî’yi de Edremit’ten alıp İstanbul’a getirtmişti. Ayrıca, Sadreddin Konevî’nin “Cem’ûl-Gayb” isimli meşhur eserini şerhettirmiş ve İstanbul Zeyrek yokuşunda adına bir de zâviyye inşâ ettirmişti. Vilâyetnâme-i Hacı Bektâş-ı Veli’yyûl Horasanî’ye göre Batı Anadolu’nun fütuhatı Hacı Bektâş’ın hâlifeleri sayesinde gerçekleştirimiş olup, I. Osman Gazi’de Hacı’dan nâsip alanlar arasındandır.[65][66][67][68]

Bektâşîliğin Osmanlı Ordusu’na girişi

değiştir

Vilâyetnâme’ye göre bunun başlangıcı I. Osman Gazi’ye elif tâcının bizzât Hacı Bektâş-ı Velî tarafından giydirilmesiyle başlamaktadır. H. 687 / M.1288 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı Üçüncü Âlâ’ed-Dîn-i Key-Kubâd Osman Gazi’ye Altunbaşlı Sancak ve tabel gönderdi. I. Osman Gazi’nin beline kendi belindeki kılıcı bizzat Hacı Bektâş-ı Velî taktı. “Ve önünden sonun görmeğe: Ugınden Sugm Gurgele!” diye dua etti. Hâlbuki Hacı Bektaş’ın M. 1271 tarihinde vefat ettiği göz önüne alınacak olursa bu rivayetin doğruluğu pek zayıftır. Bir başka rivayete göre ise, Orhan Gazi Yeniçeri’yi kurduktan sonra Hacı Bektâş’ın Amasya taraflarındaki “Suluca Karahöyüğü” adındaki ikametgâhına giderek bütün asker hakkında onun hayır duasını almıştı. O da elinin birini bu askerlerden birinin başına koyarak: “Bunların ismi yeniçeri olsun. Allah yüzlerini ak, bazularını kuvvetli, kılınçlarını keskin, oklarını mühlik, kendilerini daima galip etsin,” diyerek dua buyurmuşlardı. Vilâyetnâme’ye güvenildiği takdirde Hacı Bektâş’ın çok daha evvel göçtüğü ve bu rivayetin de gerçek olmadığı anlaşılıyor.[69] O devirlerin fikrî ürünler açısından en geniş alanını Babâilik ve Kalenderiyye zaviyeleriyle birlikte daha birtakım tarikât pîrlerinin yuvaları teşkil etmekteydi. “Rûm abdalları”, “Horasan pîrleri” ve “Gaziyân-ı Rûm” gibi tabirlerin pek sıklıkla kullanılmakta olduğu eserlerden anlaşıldığına göre “Şîa-i Bâtıniyye” hareketlerinin yoğunlaştığı merkezin başında muhakkak cenkçi ve silâhşör kuvvetlerin hazır bulundurulmasıyla ikinci bir Babâilik katliamına mâni olma gayesinin güdüldüğü anlaşılmaktadır. İslâmî çevrelerde Bâtınî harekâtını düşmanca karşılayan bir devlet siyâsetinin ihtilâlleri en çok ordu kuvvetiyle ezdirdiğini art arda tecrübelerle öğrenen “Şîa-i Bâtıniyye” dâîleri, Selçuklu Hanedanı’nın çöküşünden sonra, hükûmetlerin oluşturacağı bütün ordu kuvvetlerinde yer almayı kararlaştırmıştı. Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasında da Bâtınîler, öncelikle askerî kuvvetlerin içerisinde yer almayı ihmâl etmediler. Orhan Gazi devrinde tekke zihniyeti ile yoğurulmuş olan Sünnî âlimlerin içlerinde mutasavvıfa nazâriyelerini kabul edenler de mevcuttu. H. 731 / M. 1331 tarihinde İznik fethedildiğinde oradaki kiliselerden birkaçı câmi ve medreseye dönüştürülerek başlarına meşhur Kadı Ürmevî tilmizlerinden ve Sadreddin Konevî müntesiplerinden şeyhî gibi zâhir ve bâtın îlimlerinde birinci olan Dâvûd-i Kayserî müderris olarak atandı. Halk kendisine bâtın îlimlerindeki ihtisasından dolayı büyük saygı ve sevgi beslemekteydi.

 
Sultan Orhan tarafından yapılan teftişler neticesinde Baba İlyas Horasanî hulefasından Sultan Höyüğü Vakfı’na ait Geyikli Baba Alevî tekkesi padişahın iltifâtlarına mazhar olmuş ve Padişah tarafından buraya pek çok hediyeler gönderilmişti.[70]

Alevîlik tarihinde yer edinmiş, üstün vasıflara sâhip efsanevî özelliklere hâiz bilgelerin, evliyâ ve uluların tamamını tanımlamak maksadıyla kullanılan isimdir. Osmanlı Türkleri’nin başlattığı fetihlerin en ön saflarında giden, geyiklere binerek düşmanı ürküten, bazen yeşil elbiselere bürünerek beyaz atlara binen, doğaüstü güçlere sahip olduklarına inanılan bu efsanevî erenlerin aniden düşmanın gözlerine görünmeleri ve birdenbire hâsımlarının karşılarına dikilmeleri şeklinde hikâye edilen ve “Bâtın’ûl-Mezhep Babalar” tarafından sürekli olarak anlatılan bu masallar o devrin ilkel zihinlerine birer keramet olarak sunulmaktaydı. Bunları nakleden Bâtıniyye-Babaların sayıları ise gün geçtikçe artmaktaydı.[71]

Bektaşiliği Rumeli’de neşredenler

değiştir

Rumeli'de Bektaşiliğin neşrî, “Şîa-i Bâtıniyye” hareketlerinin merkezinde yer alan Baba İlyas Horasanî’nin “Çehariyâr” adı verilen dört halifesinden biri olan Sarı Saltuk öncülüğünde gerçekleşmiştir.

Bektaşi Babası Sarı Saltık
değiştir

Evliya Çelebi’ye göre Ahmed Yesevî müridlerinden olan Sarı Saltuk, H. 662 / M. 1264 yılında birçok müridleriyle birlikte Rumeli’ye geçti. Dobrıca, Kırım, Moskova, Lehistan kıt’alarını dolaştıktan ve oralarda İslâmiyet’in uzun süre yayılmasına hizmet ettikten sonra Karesi Oğullarından İsâ Bey zamanında Gelibolu’dan Çardak’a döndüler. Kazdağı üzerinde Edremit Körfezi’nin doğu ve kuzeydoğusuna doğru uzanan silsilesini izleyerek orada oturmakta oal Türkmenler’in arasında uzun yıllar ikâmet ettiler. “Hacı Bektaş Vilâyetnâmesi” bu dönüşün Hacı Bektâş’ı ziyâret amacıyla gerçekleştirilmiş olduğunu nakletmektedir. Oysa o tarihte Hacı Bektâş-ı Velî çoktan vefât etmiş bulunmaktaydı. Rumeli kıt’asında Sarı Saltuk’a ait pek çok ziyaretgâh bulunmaktadır. Bektaşîlik an’anesinde mühim bir yeri olan bu Şîa babanın, Babaeski’de de yaşamış olduğu ve türbesinin Aya Nikola Kilisesi’nin yerinde bulunduğu Hristiyanlarca da kabul edilmektedir. Hacı Bektâş’ın hakkındaki küfr ve ilhada ait çıkarılan söylentiler ile, onun adını taşıyan Bektaşîlik Tarikatı’ın i’tikadları arasında hiçbir alâkanın bulunmadığını, fakat kendisine intisap etmiş olan bazı melâhidenin yapmış olduğu neşriyâtın Hacı Bektâş’ın kendisini bizzat töhmet altında bıraktığını “Şekayık” müellifi İbn-i Hallikân Kenarı nakletmektedir.[21]

Kazdağı’nın Tahtacı alemindeki kudsiyeti
değiştir

Kazdağı'nın bütün Alevî-Tahtacılar âleminde yaşatılan kudsiyeti ile onun “Sarı Kızı” ile Sarı’nın sarılığı arasındaki benzetmeler göz önüne alındığında ve özellikle de bütün Tahtacılar âleminde aynen bir “Kâbe” gibi takdis edilmesi hatırlanacak olunduğunda, Batı Anadolu'nun en mu'tenâ köşesinde yer alan Edremit havzasının bütün “Şîa-i Bâtıniyye” mensuplarınca ne kadar yüksek bir öneme hâiz olduğu da anlaşılmış olur.[64]

Bektaşiliğin Anadolu’da yayılması

değiştir

Hacı Bektâş halifelerinden Tavvas, Uşak, Söğüd, Balıkesir, Edremit'e kadar uzanan ve Akdeniz ile bağlantı kuran yörelerde, güneyde ise Barak Baba gibi daha birçok dâîlerle birlikte I. Osman Gazi’nin yurdunda Söğüt ile Sakarya Nehri kıyılarında ve yükseklerdeki Türkmen ve Yörük yaylâlarında dolaşan “Kumral Baba” benzeri birçok “Şîa-i Bâtıniyye” dâîleri Kocaeli bölgesine yerleşen Türkler arasında Bâtınîliği yaymaktaydılar.[72]

Bektaşiler’in Türk diliyle neşriyatı
değiştir

Orhan Gazi devrinde Rumeli feth edilince devletin resmi dilinin Türkçe olduğu fermanlarla her tarafa ilân edilmişti.[73] Türkçenin açık ve selis ifade şekliyle rubaî, nefes, destan gibi şiirlerin çeşitli ölçülerine tevdi edilerek; özellikle koşma, deyiş, semaî usulünde söylenen şiirlerin, bağlama, saz, bozuk ve kopuzlarla terennüm edilen şekilleri Türk ruhunun millî benliğine o kadar uyum sağladı ki, şehir ulemasının ağdalı dilinden hiçbir şey anlamayan Türkmenler bunlara karşı hiç ilgi duymamaktaydılar. Bu fırsatı iyi değerlendiren, Key'alû Baba, Abdal Mûsâ, Tuğlu Baba, Baba İlyas, Baba İshak ve Ebü’l Vefâ el-Bağdâdî gibi tekkelere mensup olan karışık âkide sahibi “Bâtın’ûl-Mezhep Babalar” ve Şîa-i Bâtın’îyye Dâîleri” Anadolu'nun dört bir tarafına “Bâtın’îyye Mezhebi” ilkeleri doğrultusunda faaliyet gösteren zâviyeler açmağa başlamışlardı.

Osmanlılar üzerindeki Bektaşi etkisi
değiştir

Orhan Gazi’nin cülûsuna kadar geçen süre zarfında kendilerini mutasavvıf olarak tanıtmış olan bazı babaların nüfuzları, bunların Osmanlı Devleti tarafından rehberlikleri kabul edilecek derecede artmıştı. Osman Gazi’ye elifli taç giydirdiği rivayet edilen Hacı Bektâş-ı Velî ile Orhan Gazi’nin kardeşi Âlâ’ed-Dîn Paşa’nın Edebâli hankahına mensup birer derviş olmaları bu etkinin ne kadar kuvvetli olduğunun bir delilidir. Bu şiddetli tesirler neticesinde Osmanlı ülkelerinde Bektaşîlik, Melâmiyye, Hurûfîlik gibi Şîa-i Bâtın’îyye şubeleri kolayca yayılmaktaydı. Orhan Gazi tarafından bir velî olarak benimsenen “Key’alû Baba” Bursa'nın fethinde bulundu. Hâlbuki, Osmanlı Devleti kurulduğu ilk günden itibaren Ehl-i Sünnet bir devlet yapısına sahipti.[74] Buna rağmen Hoylu / Tokatlı Barak Baba’nın Osmanlılar’daki benzeri olan bu Şîa dervişin “Keremyan Emîri” ile Turgut Alp’ın şeyhi olduğu bilinmektedir. Orhan Gazi’nin İnegöl ilçesini Key’alû Baba’ya “dirlik” olarak tahsis ettiği ve vefâtından sonra da mezarının üzerine büyük bir türbe inşa ettirdiğini “Şekayık” kaydetmektedir.[75]

Şîʿa-i Bâtın’îyye tekkelerinin teftişi
değiştir

Selçuklular’ın sarayında mevki sahibi olan “Baba Merendi” adındaki Azerî bir Şiî dervişi Sultan Âlâ’ed-Dîn’i kendine bağlamış ve daha sonra da “Sulucahöyük”e yerleşerek Kırşehir hâkimi Nûr’ed-Dîn Bey’i kendi nüfuzu altına almayı başarmıştı.[76] Bu devirde Hacı Bektâş-ı Velî hankahının kurulduğu yerde daha birçok “Şîa-i Bâtıniyye” akideleri yaymakta olan ve Türk aşîretleri arasında faaliyetlerde bulunan dâîlerin sayısı da epeyce artmıştı. Bunun üzerine Baba İlyas bendegânından olan Hind ve Çin’den gelmiş bazı ârif geçinen “Şîa-i Bâtıniyye” Babaları’nın hâllerini denetlemek üzere memurlar atanmıştı. Kendilerine kisvetlerinin aslı ve bid’atlerinin faslı sual edildikten sonra cevap vermekten âciz olan torlakların çırağları söndürülmüştü. Baba İlyas hulefasından Geyikli Baba’ya İnegöl mirlivası ve tımar sahiplerinden Turgut Alp mürid olduğundan dolayı lehine vermiş olduğu şehadeti neticesinde Geyikli Baba Sultan Orhan’ın iltifâtlarına mazhar olmuştu.[70] Sultan Höyüğü Vakfı’na ait olan bir cüz’ün kenarında, Geyikli Baba’ya vakfedilen emlâk arazisine padişahın gönderdiği hediyeler arasında iki küp rakı[77] bulunduğu da tespit edilmişti.[78]

Anadolu’daki Türkmen aşiretlerinin Rumeli’ye nakledilmeleri

değiştir

Orhan Gazi ve I. Murad devirlerinde, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yurt tutan ve Moğol istilâlarına rast gelen zamanlarda dahi Osmanlı ülkesindeki varlıklarından şüphe edilmeyen “Keremyanlı”, “Afşarlı”, “Çavdırlı”, “Samagarlı”, “Varsak”, “Ulus”, “Beremyalı” aşîretlerinin Osmanlı Hükûmeti kararlarına sıkça muhalefet etme, boyun eğmeme, kendi başlarına buyruk yaşam tarzlarıyla bazı gaileler çıkarmakta oldukları ve tam bir bağımsızlık havasıyla hareket etme alışkanlıklarının arttığı bir devirde, Sultân I. Mehmed Han’ın Kilis civarından geçerken rastladığı, çoğunluğu “Salur” ve “Çavdır” aşîretleri mensuplarından müteşekkil ve kendilerine “Moğol Bekâyası” adı da verilen yirmi bin çadır ahâlisinden oluşan konar göçer bir topluluk Rûmeli’ye geçirilerek Filibe yakınlarında “Tatar Pazarcığı” havalisinde iskân edilmişlerdi. II. Murad devrinde de Ragusa Cumhuriyeti ile varılan uzlaşma üzerine Çandarlı Halil Paşa’nın aldığı altmış bin esir de Anadolu’ya nakledilmek suretiyle bu Türkmen aşîretleriyle mübadeleye tâbi tutulmuşlardı. Bâtıniyye babalarının telkinleriyle aşılanmış olan bu kabileler ileride “Rûmeli Şîʿa-i Bâtın’îyyesi” tarafından temsil edilecek olan birçok tarikatın oluşumuna vesile oldular.[79]

Timur İmparatorluğunda Şii Bâtınî hareketleri

değiştir

Ebû Said Bahadır Han’ın iktidardaki yeteneksizliğinden kaynaklanan huzursuzluklar ve İlhanlılar’a tâbi ülkelerde ortaya çıkan siyâsî çalkantıların sebepleri arasında Şîa dâîlerin çok önemli rolleri mevcuttu.[80]

Sünni Timur hükûmetinin oluşumu

değiştir

Hükûmet-i Gürgân’îyye’nin kurucusu olan Timur’un tarih sahnesinde yer almasıyla Mâverâünnehire kurduğu bu hükûmet altıncı ve sekizinci hicrî asırlar arasında resmî himâyeler altında rahatlıkla hareket etmekte olan Şîa-i Bâtın’îyye dâîlerinin faaliyetlerine çok ağır bir darbe indirmiş ve sünniliği desteklemiştir.

Timur’un tasavvufî eğilimleri
değiştir

Timur hükûmetinin Sünnî olmasına rağmen imparatorluk coğrafyası uzun yıllar Şiîliğin etki alanında kalmıştır. Timur'un kendisi de tasavvufî eğilimlere ilgi duymaktaydı; Semerkant şeyhlerinden “Şeyh Üryan” ve “Şeyh Zekeriyya” adındaki zatların ayaklarına kadar gidip onlardan himmet talebinde bulunmuştu. Hattâ büyük Tataristan hanı Toktamış Timur’a saldırdığında, Timur yanında bulunan sâdattan İmam Berke’nin duasını aldıktan sonra hücuma geçmiş ve Tataristan’ı fethetmişti. Bu arada Ermenistan Kralı Gorkin’i de sulha bağlayarak H. 806 / M. 1404 yılında Karabağ’a döndü.

Timur’un oğlu Mirza Mehmed Sultan’ın Anadolu’da vefât etmesi üzerine taziyete gelen İmâm Berke’nin de kısa bir süre sonra ölümü üzerine Timur derin bir kedere boğuldu. İki sene sonra Çin üzerine başlattığı büyük seferde Seyhun nehrini geçerek Çin sınırına yaklaştığı ve Otrar’a vardığı anda H. 807 / M. 1405 yılında öldü. Mumyalanan cesedi Semerkand’da İmâm Berke için yaptırmış olduğu türbeye defnolundu.[81]

Fatih ve Yavuz’daki benzer tasavvufî i’tikatlar
değiştir

Sâdatta, mânevî mevkîlerinin yüksek olduğuna inanılan şöhret sahibi zevata saygı gösterilmesi ve hâyır dualarının alınması o devirlerde yaşayan hükümdarların çoğunda hâkim bir i’tikaddı. Fatih’in İstanbul seferinde Hacı Bayrâm-ı Velî halifelerinden Akşemseddin’e gösterdiği hürmet ve iltifat tüm ayrıntılarıyla tarih kitaplarında bahsedilmektedir. Hattâ I. Selim, Mısır seferine giderken Şam’da Câmii Emevî’de inzivâ yaşantısı sürdüren Şeyh Muhammed Bedahsî’yi Kadıasker Câ’fer Çelebi ile birlikte ziyâret ederek himmet dualarını niyâz etmişlerdi.[82]

Timur’da “Hanedân-ı Alevîyye” sevgisi

değiştir

Bilûmum tarikat mensuplarında mevcûd olan Alevîlik duygusu Timur’da da tüm kuvvetiyle yaşıyordu.[83] Haleb’e geldiğinde huzuruna giren âlimlere Ali ve Muâviye’den hangisinin haklı olduğuna dair bazı sorular yöneltmişti. Şam’ı fethettiğinde aralarında müverrih İbn Haldûn’un da bulunduğu bütün âlimler kendini istikbal ettiler. Timur ahâliye karşı çok haşin davranmıştı. “Şamlılar”, Âl-i Muhammed’e ve Ali’ye zulmeden Emevî halifelerinin tarafını tuttuklarından dolayı bugün “Allah” onların o vakit işlemiş oldukları cinâyetlerini cezalandırıyor,” demişti.[84] Tüzükât’ın çok önemli bir faslında “Ali’nin bulunduğu havaliye çok itinâ ederdim. Kerbelâ ve Bağdat taraflarını Hüseyin, Abdülkādir-i Geylânî, Ebû Hanîfe ve diğer din adamlarının hatırı için çok severdim. Sari arazisinin ve diğer bazı şehirlerin varidâtı Mûsâ el-Kâzım, Ali el-Hâdî, Selmân-ı Fârisî mezarlarına mahsustur. Tûs havalisi varidâtı Ali mezarına aitti,” diyor.[85]

Timur’un Bâtınîliğe karşı hasmiyane tavrı ve Bâtınîler aleyhine uyguladığı sert önlemler

değiştir

Timur’un Hânedan-ı Ehl-i Beyt’e karşı beslediği derin muhabbetlerini ifade eden hareketleri yine de Sünnîliğin sınırlarının dışına çıkmıyordu. Bunun bir neticesi olarak, Taberistan vilâyetindeki “Şîa-i Bâtıniyye” hareketlerini sevk ve idare eden Seyyid Kıvâm’ed-Dîn Mer’aşî’nin Oğulları H. 794 / M. 1392 yılında Timur tarafından tardedildiler. “Şîa-i Bâtıniyye” mensuplarının sığındıkları tüm kaleler tahrip edilerek bilumum dervişleri Harezm ve Taşkent’e sürüldüler. Mahan, Âmül ve Sari yörelerinde ele geçirilen Bâtınîler de i’dam edildiler. Bir sene sonra da İsfahan civarındaki “Şîa-i Bâtıniyye” taraftarları ayni cezalara çarptırıldılar.

Timur’un Anadolu’daki Şii Türk aşiretlerini Turan’a tehciri
değiştir

Timur’un Ankara Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nu mağlûp etmesi neticesi buralara iskân edilmiş olanTürk aşîretleri Timur’un oğlu “Mirza Cihan Muhammed” ve ümeradan “Şeyh Nur’ed-Dîn” tarafından kuşatıldılar. Timur, “Sizi asıl vatanınız olan Turan’a geri götüreceğim”, dedi. “Mihan Hicreti” esnasında Ca’ber Kalesi’nde Kayı Han'lılarla beraber “Yurger”, “Koson”, “Kış Timur”, “Varsak”, “Kara İsâ”, “Arez”, “Gündüz” adındaki Ertuğrul Gazi’den ayrılmış olan aşîret beyleri Çukurova’da yurt edinmişlerdi. Selçuklular’ın ilk Anadolu istilâlarıyla yürüyen ve iki yüz seneden daha uzun bir süredir buralarda yaşamakta olan “Varsak”, “Ulus”, “İbramyialı”, “Kılaz” ve “Kubaş” gibi daha birçok kabileler büyük telâşa kapıldılar. İçlerinde Timur’un bu önerisini kabul etmeyen aşîretler, cebren Turan’a göç etmeye zorlandılar. Bu tehcirden kaçmaya muvaffak olanalar ise Uç Anadolu’ya doğru ilerlediler. Timur Kütahya’dan otağını Gürcistan’a taşıyana dek de yerlerini hiç değiştirmediler.[86]

Timur’un tehcire tâbi tuttuğu Alevî aşîretlerin yurtlarına geri dönmeleri
değiştir

H. 807 / M. 1405 yılında Timur’un vefât etmesi üzerine Türkistan’a nakledilmiş olan Alevîler de Harezm’e geldiler. İki yıldan daha uzun bir süre bu muhitlerde kaldıktan sonra ise döne dolaşa Osmanlı topraklarına geri geldiler. Oralarda konup göçleri enasında binbir türlü değişik akidelerin etkisi altında kaldılar. Selçuklular devrinden beri süregelen Şîa telkinlerinin tesirleriyle pürüzleşmiş olan âkideleri Harezm ülkesinde kaldıkları zaman zarfı içinde tamamıyla bu mezhebin nüfuzu altına girmeleriyle en son hâlini aldı. Dokuzuncu Hicrî asırda, Harezm’den Anadolu’ya geri dönen bu aşîretlerin yerleştikleri muhitlerde “Şîa-i Bâtıniyye Babaları” bir hâyli nüfuza sâhip bulunuyorlardı.

Timur’un irtihalinden sonraki dönemde “Şîʿa-i Bâtın’îyye” hareketleri

değiştir

Dokuzuncu hicrî asırda birçok “Şîa-i Bâtıniyye mensûpları” İsfahan ve havâlisinde olanca güçleriyle faaliyetlerini sürdürmektelerdi. Anadolu’nun aldığı siyâsî manzaralar nedeniyle Şiîler en ziyade mesailerini Anadolu’daki Türk aşîretlerinin arasında devam ettirmekteydiler.[87] Bazı Babâî Dervişleri bu âkideleri yaymak maksadıyla Türk boyları arasında dolaşmağa devam etmektelerdi. Bilhâssa halkın sade şiirler karşısında gösterdiği heyecanlı eğilimlerden güç alan Babâîler, bu cephenin geliştirilmesine titizlikle özen gösterdiler. “Şeyh Kûceci Tebrizî” gibi tasavvufa bürünen şâirler[88] ve Baba Kemâl Hûcendî’nin mânevî destekleriyle güçlenen Şiîler, Safiyyüddîn-i Erdebîlî’nin de büyük nüfuzunu arkalarına alarak Anadolu’nun dört bir yanını kuşatmayı başardılar.

Şiiliğin resmî devlet mezhebi haline dönüşmesi
değiştir

On dördüncü asırda, “Ali bin Şehâb’ed-Dîn-i Hemdânî” ve “Lûtf’ûl-Lâh Nişaburî” ile Hurûfîliğin kurucusu olan “Fadl’ûl-Lâh Ester-Âbâdî” Anadolu’da Râfizîliğin yayılmasında en etkin rolü oynayan şahsiyetlerin başında gelmektelerdi. Ehl-i Sünnet Timur Hükûmeti’nin varisi olan “Şâhrûh” uygulamaya koyduğu en şiddetli tedbirlere rağmen bu cereyanın önünü almakta bir başarı sağlayamıyordu. Sonunda, H. 857 / M. 1453 yılında İran’daki dînî hâkimiyet bilûmum “Şîamezheplerinin üstünlüğü altına girdi. Safeviyye pîri ve ayni zamanda Şeyh Hâmid Hâmid’ûd-Dîn-i Aksarayî’nin de mürşidi olan Hoca Âlâ’ed-Dîn-i Âli’nin devrinde Bâtınîlik Safeviyye tarikatının bünyesine girdi. Bunun oğlu olan “Şeyh Şâh” nâmıyla ünlenen “Şeyh İbrahim” zamanında ise Safeviyye Tarikatı’nın mâli yapısı epey güçlenmişti. Şîa Karakoyunlular hükümdarı Cihan Şah’ın tehditleri neticesinde İbrahim’in oğlu Cüneyd-i Safevî devrinde Karakoyunlular’ın himâyesi altına giren tarikat, bu yönetimin idaresi altında iken Şîa’nın “İsnâaşeriyye/On ikicilikmezhebini resmen kabul etmek zorunda kaldı. Bilhassâ Keyumers’in girişimleri neticesinde Rüstemvârlar’ın hâkimiyetleri altında bulunan bölgelerde Şiîlik tam mânasıyla resmîyyet kazandı.[89]

Şiîlik propagandasının Anadolu’da Alevîlik üzerinde yarattığı etkiler
değiştir

Seyyid Kâsım Envar’in neşriyât alanında yürüttüğü kuvvetli Şîa propagandaları ve bütün müridleri aracılığıyla gerçekleştirdiği şiddetli etkiler, Sünnî Hükûmet-i Gürgânîye’yi çok güç durumlara düşürmüştü. Şâhrûh’a süikasd tertiplemiş olan “Ahmed Lûr” ile Fadl’ûl-Lâh Ester-Âbâdî’nin hemşirezâdesi olan “Hoca Adud’ed-Dîn” de Seyyid Kâsım Envar’in müridlerindendi. Şiîlikten ortaya çıkan yeni mezhepler arasında bulunan “Hurûfîlik” te yine bu ekibin yoğun gayretleri sayesinde zuhur etmişti.[90]Ni‘metullāh-ı Velî” ile “Seyyid Ali Hemedânî” müridleri bilhassa İran ve Azerbaycan yolu üzerinden bu âkideleri etrafa yayarak Anadolu’ya gelmekteydiler. Seyyid Ali Hemedânî’nin Baba Haydar hakkındaki medhiyelerinin dillerde dolaştığı bu devirde Anadolu’ya göç eden Seyyid Kâsım Envar’in müridleri Anadolu’da halktan hem rağbet görmekte, hem de teveccüh ve iltifatlara mazhar olmaktaydılar.[91]

Şii Bâtınîliği'nin günümüzde faaliyetlerini sürdürdüğü yerler

değiştir

İlk defa Şîʿîliğin içerisinden birer birer ortaya çıkan onca değişik i’tikadların siyâsî birtakım eğilimlerle beslenerek barındırdıkları birçok özellikleri nedeniyle de biribirlerinden farklılaşmış gibi görünen bu mezheplerin sonunda dönüp dolaşarak çeşitli veçheler göstermek suretiyle ayni amaç ve fikirler şemsiyesi altında birleştikleri anlaşılmaktadır. Bu mezhepler içerisinde ilîm ve fikir sahasına ait olanları “Kelâm Tarihi” tarafından kayıt altına alınmış bulunmaktadır.[92] Günümüzde, Fâtımîler’in zuhurundan hemen sonra hem İslâm hem de ecnebî ülkelere yayılarak her tarafa kol budak salan ayni Bâtınîlik Teşkilâtı’nın parçalarını oluşturan, gizli bir cephe taşıyarak İslâm i’tikatları arasında yaşamlarını halâ çeşitli yörelerde farklı isimler altında idâme ettiren ve “Bâtınîler” (Şîʿa-i Bâtın'îyye) adı altında sınıflandırılan bilûmum mezhepler, Hindistan, Afganistan, İran, Türkistan, Arabistan, Yemen, Irak, Suriye ve Anadolu’da yaşamaktadırlar. Bugün, Türkiye hudutlarından sürülerek dışarıya çıkarılmış olan gizli tarikat ve mezheplerin üyeleri diğer ülkelere yerleşmişlerdir. Örneğin, “Hacı Bektâş Ocağı Canları” Arnavutluğa göç ettikleri gibi diğer gizli cemiyetlerin tamamı da lağv edilmiş ve faaliyetten men edilmişlerdir.

Ayrıca bakınız

değiştir

Kaynakça

değiştir
  1. ^ "Encyclopedia Iranica, DAWR (1)". 16 Nisan 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 16 Nisan 2014. 
  2. ^ a b Öz, Mustafa, Mezhepler Tarihi ve Terimleri Sözlüğü, Ensar Yayıncılık, İstanbul, 2011. (Muhammed bin İsmâ‘il bin Câ’fer’in eğitmeni olan kişinin adıdır. Daha sonra oluşan Bâtınîlik Mezhebi’nin i’tikadî ilkelerini tespit etmiştir.)
  3. ^ Öztürk, Yaşar Nuri, En-el Hak İsyanı – Hallâc-ı Mansûr (Darağacında Miraç), Cilt 1, Sayfa 61, Yeni Boyut, 2011. [Bâtınîliğin kurucusu olan Muhammed bin İsmâ‘il’in gizli kod adı olan bu isim aynı zamanda pek çok kişi için de kullanılmıştır.]
  4. ^ Balcıoğlu, Tahir Harimî, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları – Tasavvufun Şiîlikle münasebeti, Sayfa 268, Ahmet Said Baskısı, 1940.
  5. ^ Tefsir-î Keşşaf, Cilt: 1, Sayfa 1361.
  6. ^ Abdülkerim Şehristanî, Kitâb’ûl-Milel ve’n-Nihâl.
  7. ^ Brown, İran Edebiyat Tarihi.
  8. ^ Manichéisme: Eski Mazdeist, Babil ve Hristiyan i’tikatlarını birleştiren düalist bir mezhep.
  9. ^ Abdülkerim Şehristanî, Milel-û Nihal.(Ali İlâhîleri anlatırken, göğün gürlemesinin Ali bin Ebu Talib’in sesi, yıldırımlarınsa onun kamçısı olduğuna inanıldığını nakletmektedir. Ali’de ülûhiyet bulunduğunu iddia eden delillerden biri de onun Hayber Kalesi’nin kapılarını kimsenin yardımı olmadan koparıp atmasıdır.)
  10. ^ Reşehat-ı Ayn-ûl’Hayât, (ʿAbd Allâh ibn-î Seba’ tarafından kurulan bir başka ghulat fırkanın i’tikadı içinde ise Ali’nin tam ulûhiyetiyle beraber Şehristanî’nin nakillerinden başka, göğün gürlediği anda bunların “Ve Aleyk-üs Selâm Ya Eyyüh-el’Emîr” dedikleri de kaydedilmektedir. Ali’nin tam ulûhiyeti çeşitli biçimlerde bütün Şîʿa kollarında mevcuttur.)
  11. ^ Profesör Şerafeddin Yaltkaya, Muhammed bin Kerrâm, Mülga İlâhiyat Fakültesi Mecmuası.(Kerrâmîlik Mezhebi’nin kurucusu olan Muhammed bin Kerrâm H. 190 / M. 806 yılında Sicistan’daki Rezenç şehrinde doğmuştur. Nişabur ve Belh şehirlerinde tahsil gördü. Bütün malını satarak “Fakirlik” mesleğini icra etti. H. 230 / M. 845 yılında Mekke’ye geldi ve beş yıl orada kaldı. Sırtında bir post, başında keçeden bir küllah olduğu halde müritleriyle birlikte dolaşarak kendi mezhebini yaymağa çalışıyordu. Başına toplanan kırk bin müridiyle birlikte Herat’tan kovuldu. Yirmi sene kadar Kudüs’te oturdu ve orada öldü. Mürcie ile Mücessime’den olup, Allah’ı cisim olarak i’tikat eder, kat’iyen te’vili kabul etmezdi.)
  12. ^ Sahaif’ûl-Ahbar, Cilt 2, Sayfa 391.
  13. ^ Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 1, Sayfa 422.
  14. ^ Balcıoğlu, Tahir Harimî, Türk tarihinde mezhep cereyanları – Yedinci ve Sekizinci Hicret asırlarında Anadolu’da Şiîlik, Sayfa 161, Ahmet Said Baskısı, 1940.
  15. ^ Balcıoğlu, Tahir Harimî, Türk tarihinde mezhep cereyanları – Şia-i Bâtın’îyye’nin Moğol ve Türk aşîretleri arasındaki telkinleri, Sayfa 87, Ahmet Said Baskısı, 1940.
  16. ^ Vilâyetnâme-i Hacı Bektâş-ı Veli’yyûl Horasanî
  17. ^ İbn-i Bibi.
  18. ^ Hüseyin Hüsamettin Efendi, Amas’ya Tarihi, Cilt 2, Sayfa 359.
  19. ^ Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 1, Sayfa 29.
  20. ^ Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Sayfa 75. (Kutb’ûd-Dîn Haydar’ın vefât tarihinin M. 1222, Hacı Bektâş’ın ise doğum tarihinin M. 1209 olduğu göz önüne alınacak olunursa Kutb’ûd-Dîn Haydar’ın vefâtında Hacı Bektâş henüz on üç yaşındaydı. Daha evvel müridi olması halinde bu rivâyetin mümkün aksi takdirde ise zayıf olduğu aşikârdır.)
  21. ^ a b İbn-i Hallikân Kenarı, Şekayık.
  22. ^ Balcıoğlu, Tahir Harimî, Mezhep cereyanları – Hacı Bektâş 36 bin halife yetiştirdi, Sayfa 184, Ahmed Said tab’ı, Hilmi Ziya neşriyâtı, 1940.
  23. ^ Vilâyetnâme-i Hacı Bektâş-ı Veli’yyûl Horasanî
  24. ^ Hâcim Sultan Vilâyetnâmesi
  25. ^ Muradja d’Ohosson, Moğol Tarihi, Cilt 1, Mustafa Rahmi tercümesi.
  26. ^ Tarih-î Vassâf.
  27. ^ Namık Kemal, Emîr Nevrûz.
  28. ^ Tezkere-î Devlet Şah Semerkandî, Sayfa 213. (Bahri Âbâd’da oturan Necmüddin Kübrâ halifelerinden Sâd’ed-Dîn Hamevî’nin oğlu meşhur “Sadr’ed-Dîn İbrahim,” Gazan’ın sarayına davet edildi. “Mahmud Gazan Han” bu âlimin huzurunda Müslüman olarak tasavvufa intisap etti.)
  29. ^ Hâbib’üs-Siyer, Cilt 3, Sayfa 125. (Diğer bir yazar, bu şahsın “Sadr’ed-Dîn İbrahim” değil de, Şeyh “Nûr’ed-Dîn Keylî” halifelerinden “Hoca Sâd’ed-Dîn Kutlu Halid Kazvinî” olduğunu ve aynı zamanda Gazan’ın yalnız kendisi değil de bütün ordusu ve maiyetiyle birlikte İslâma girdiğini nakletmektedir.)
  30. ^ Tarih-î Vassâf, Cilt 3, Sayfa 382.
  31. ^ (Anadolu Selçuklular devrinde ün yapmış hikmet ve felsefe âlimlerindendi. Muin’ed-Dîn Pervane’nin Kayseri’deki medresesinde müderrislik yaptı.)
  32. ^ Tezkire-î Devlet Şah, (Sa’di Şirazî ile aralarında bazı lâtifeler geçmiştir. H. 713 / M. 1314 yılında vefat ederek Tebriz’de yaptırdığı hankahına defnedilmiştir.)
  33. ^ Leclerc: Historie de la medecine arabe, 133. (Meşhur Câmi’ût-Tevârih yazarıdır. Doktorluk ile İlhanlı sarayına giren bir âlimdi. Elli yıl İlhanlılar’a vezirlik yaptı. Gazan Han ve Olcaytu devirlerinde çok büyük kütüphaneler yaptırdı. Bütün servetini îlim müesseselerine harcadı. H. 718 / M. 1318 yılında katledildi.)
  34. ^ İkd-ûl’Cûmman. [Basılmamış olan bu eser yirmi üç ciltten müteşekkil olup, hepsi Veliy’üd-Dîn Efendi Kütüphanesi’nde mevcuttur.]
  35. ^ Dûrer-ul’Kâmine.
  36. ^ Hilmi Ziya, Mihrap, Cilt 2, Sayfa 441.(Burak Baba Risaleleri, Mülga Unkapanı Dergâhındaki Kütüphane, İstanbul, H. 853, Farsça, Mihrap mecmuasındaki tek nüsha.)
  37. ^ Eflâkî. (Celâleddîn Rûmî’nin oğlu Sultan Veled’in ilk üç evlâdından tek hayatta kalanıdır. H. 719 yılında 49 yaşında ölmüştür. Gazan Han Irak – Acem seyahatinde kendisini ziyaret etmiştir.)
  38. ^ Şecere-î Evşal-î Türkiye, Sayfa 170, Rıza Nûr baskısı, İstanbul.
  39. ^ Gıyâs’ed-Dîn Handmir, Habib’üs-Sîyer. [Nûr-u Osmaniye Kütüphanesindeki Farsça yazma nüsha].
  40. ^ Ebû-l’Kâsım Abd’Allâh Kaşânî, Olcaytu Tarihi. [Ayasofya Kütüphanesindeki yazma nüsha].
  41. ^ Keşf’üz-Zünnûn, Cilt 2, Sayfa 352. (İbn-i Mûtahhar’ûl-Hillî H. 726 / M. 1326 yılında ölmüştür. Eserleri hakkında Keşf’üz-Zünnûn’da ayrıntılı malûmat mevcuttur. Hâbib’üs-Siyer’de anlatıldığına göre Olcaytu’nun İmamiye-i İsnâ‘aşer’îyye mezhebini kabulü İbn-i Mûtahhar’ûl-Hillî’nin te’sirleriyledir. “Tuhfe-i İsnâ‘aşer’îyye” ise aksine Seyyid Tac’ed-Dîn Saveci’nin de telkinleri neticesinde gerçekleştiğini yazmaktadır.)
  42. ^ Ravzat’ûs-Safa, Cilt 5, Sayfa 169.
  43. ^ Sibt-î İbn-i Cezvî, Mir’at’ûz-Zaman. [Köprülü Mehmet Paşa Kütüphanesi’ndeki yazma nüsha].
  44. ^ Habib’üs-Siyer, Cilt 3, Sayfa 112.
  45. ^ Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 3, Sayfa 15.
  46. ^ Hüseyin Hüsamettin Efendi, Amas’ya Tarihi, Cilt 2, Sayfa 469.
  47. ^ Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 4, Sayfa 22. (Seyyid Zâhir’ed-Dîn’in Taberistan tarihinden naklen.)
  48. ^ Tezkire-i Devlet-Şâh, Sayfa 64.
  49. ^ Tabâkât-ı Süpkî, [Kütüphane-i Umumî, yazma nüsha, No: 956].
  50. ^ Mevlânâ Câmî, Nefeat’ûl-Üns.
  51. ^ Hâfız Ebrû, Zübdet’ût-Tevârih.
  52. ^ Düvel’il-İslâmiyye, İngilizceden tercüme eden Hâlil Edhem, Sayfa 356.
  53. ^ Sahâif’ûl-İhbâr, Cilt 3, Sayfa 16.
  54. ^ Ravzat’ûl-Saffaç, Cilt 5, Sayfa 243.
  55. ^ Nüzhet’ûl-Kulûb.
  56. ^ Mahmud Kaşgârî, Divân-ı Lûgât’it-Türk.
  57. ^ Bahâdir Han, Şecere-i Evşâl-i Türk.
  58. ^ Fazl’ûl-Lâh Reşidî, Câmi’ût-Tevârih.
  59. ^ Tahir Harimi, Tarihte Edremit Şehri – Türk Aşîretleri.
  60. ^ Şerâf’ed-Dîn-i Yezdî, Zafer-Nâme.
  61. ^ İbn-i Hacer, Dürer’ûl-Kâmine.
  62. ^ Aziz bin Ardeşir Ester-Âbadî, Bezm Rezm.
  63. ^ Edremit kazasının Mülga Mehâkimî Şer’îyye Sicilleri.
  64. ^ a b Tahir Harimi, Tarihte Edremit Şehri.
  65. ^ Vilâyetnâme-i Hacı Bektâş-ı Veli’yyûl Horasanî.
  66. ^ Mevlânâ Câmî, Nefahât-ûl’Üns.
  67. ^ Siret Celâl’ed-Dîn-i Menkûbernî.
  68. ^ Necip Asım, Türk Tarihi.
  69. ^ Ahmet Râsim, Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi, Cilt 1, Sayfa 53.
  70. ^ a b Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 3, Sayfa 80.
  71. ^ Balcıoğlu, Tahir Harimî, Mezhep Cereyanları – Osmanlı İmparatorluğu devrinde Şiîliğin tahrikâtı ile çıkan isyân ve ihtilâller: Tekkenin saçtığı kerâmet propagandaları, Sayfa 210, Ahmet Sait Tab’ı, 1940.
  72. ^ Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 2, Sayfa 36.
  73. ^ Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 2, Sayfa 95.
  74. ^ Balcıoğlu, Tahir Harimî, Mezhep Cereyanları – Anadolu Şiîliğinin çok mühim iki cephesi: Osmanlılar üzerinde Bektâşî nüfuzu, Sayfa 187, Ahmed Said tab’ı, Hilmi Ziya neşriyâtı, 1940.
  75. ^ İbn-i Hallikân Kenarı, Şekayık, Cilt 1, Sayfa 74.
  76. ^ Ak Şems’ed-Dîn Vilâyetnâmesi.
  77. ^ Öztürk, Yaşar Nuri, İmâm-ı Â’zam Savunması, Şehid bir önder için Apolocya, – Şarap dışındaki içkilerin sarhoş olmayacak kadar içilmesine cevâz verdi, Sahife 123, İnkılâp, İstanbul, 2010.
  78. ^ Hüseyin Hüsamettin Efendi, Amas’ya Tarihi. (Kirmastı’da Geyikli Baba adına yapılan zâviyenin vakfiyesine ait olan bir cüz’ün kenarına düşülmüş olan notta padişahın vakfa yolladığı hediyelerin arasında iki küp te rakının kaydettirildiği görüldü.)
  79. ^ Hayrullah Efendi, Hayrullah Efendi Tarihi, Cilt 7, Sayfa 82.
  80. ^ Hâfız Ebrû, Zübbet’ût-Tevârih.
  81. ^ Timur, Tüzükât.
  82. ^ Tac’ût-Tevârih.
  83. ^ İbn-i Arab Şâh, Acâib’ûl-Makdur.
  84. ^ İbn-i Şahne, Ravzât’ûl-Menazır. [Emirî Kütüphanesindeki yazma nüsha, No: 2311].
  85. ^ Tüzükât-ı Timur.
  86. ^ Müneccim Başı, Cilt 3, Sayfa 314.
  87. ^ Ravzat’ûs-Safa, Cilt 6, Sayfa 99.
  88. ^ Tezkere-i Devlet Şâh, Sayfa 31.
  89. ^ Ateşgede, Sayfa 346.
  90. ^ Ravzat’ûs-Safa.
  91. ^ Ravzat’ûs-Safa, Cilt 6, Sayfa 324.
  92. ^ Balcıoğlu, Tahir Harimî, Naklî İlîmler Tarihi - Kelâm Tarihi.