Balaban Ağa Camii
Balaban Ağa Camii ya da Balaban Ağa Mescidi, İstanbul'un Fatih ilçesinde bulunan, anıt mezar olarak inşa edilen, şapel olarak kullanılmasının ardından ise camiye dönüştürülen bir yapıydı. 5. ya da 6. yüzyılda inşa edilen yapı, 14. yüzyılda geçirdiği onarım sonrasında, alttaki mezarların bulunduğu kısmın bir kubbeyle örtülüp inşa edilen duvarlarla bir mezar odasına çevrilmesinin ardından bir şapel olarak kullanılmaya başlandı. 1483'te, Sekbanbaşı Balaban Ağa adına kurulan bir vakfa bağlı olarak camiye çevrildi. Bu dönemde yapıya birer mihrap, minare ve son cemaat yeri ile pencereler inşa edilirken mevcut giriş kapatılarak kuzeybatı yönüne yeni bir giriş açılmıştı. 1911'de bölgede çıkan bir yangında harap olarak kullanılmaz hâle geldi. Yangın sonrasında yapılan planlamaya göre, bulunduğu noktadan bir sokak geçecek olması nedeniyle 1930'da yıkılarak ortadan kaldırıldı.
Diğer ad(lar) | Balaban Ağa Mescidi |
---|---|
Genel bilgiler | |
Durum | Yıkılmış |
Tür | Anıt mezar · şapel · cami |
Mimari tarz | Bizans |
Konum | Fatih, İstanbul, Türkiye |
Koordinatlar | 41°00′40″K 28°57′30″D / 41.01111°K 28.95833°D |
Adını aldığı | Balaban Ağa |
Tamamlanma | 5. ya da 6. yüzyıl |
Kapanma | 1911 |
Yıkılma | 1930 |
Ölçüler | |
Çap | 10,60 m |
Teknik ayrıntılar | |
Yapı sistemi | Kâgir |
Malzeme | Taş |
Neredeyse dairesel planlı kâgir yapı, günümüzde Balabanağa Mahallesi'nde, Harikazadeler Sokağı üzerine denk gelen bir konumda yer alıyordu. Doğuya bakan kısmında apsis benzeri dikdörtgensel bir çıktı olan yapının girişi batıya bakan kısımdaydı. Son cemaat yeri, yapının batı ve kuzeybatı kısımlarında bulunurken duvarla çevrili diğer cephelerinde ise hazîresi vardı. Altıgen planlı iç cephesinde altı adet niş bulunuyordu. Giriş kısmının yer aldığı niş dışındaki beş nişe birer pencere açılmıştı. Nişlerin arasındaki payeler, birbirine kemerlerle bağlanıyordu ve yapıyı örten kubbe, bu altı payeye oturuyordu. Kubbenin üstüne ise kiremit kaplı ahşap bir çatı inşa edilmişti. Güneybatıdaki payenin üzerine tuğladan bir minare, doğu ve güneydoğudaki nişlerin arasındaki payeye ise mihrap eklenmişti. İlk döneminde mermerle kaplı olan duvarlar, ilerleyen dönemlerde alçıyla kaplanmış ve üzerilerine freskler işlenmişti.
Nişlerin alt kısımlarında birer mezar vardı. Mezarların olduğu kısım, sonradan inşa edilen ve payelere dayanan duvarlarla dikdörtgen bir plana sahip olmuştu. Kuzey ve güney duvarları ile birbirlerine pandantiflerle bağlanan kemerlerin üstüne binen bir kubbeyle bu kısım, bir mezar odasına dönüştürülmüştü. Mezarların üzerine ise, kuzey ve güney duvarları arasında uzanan hatılların taşıdığı tahta bir zemin inşa edilmişti.
Tarihi
değiştirBizans dönemi
değiştirHâdikatü'l Cevâmi adlı eserinde Hüseyin Ayvansarayî, caminin bir kiliseden çevrildiğini;[1] Aleksandros Paspatis ise 1877 tarihli Vyzantinai meletai Topografikai kai istorikai adlı eserinde yapının bir Bizans kilisesi müştemilatından olduğunu yazar.[2] 1892 tarihli Equisse topographique de Constantinople adlı eserinde Andreas Mordtmann, şehrin Kuratoros ilçesindeki Theotokos Kilisesi'nin bir parçası olabileceğini belirtir.[3] Patria'ya göre I. Leo döneminde (457-474) Verina'nın isteği üzerine Theodosius Forumu civarında yaptırılan bu kilise, 9. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüştü. Kilisenin konumunun kaynaklarda açık bir şekilde belirtilmediğine değinen Semavi Eyice, yapının bu tesise ait olduğu görüşünün "şüpheli" olduğunu ifade eder.[1] 1912 tarihli Byzantine Churches in Constantinople adlı eserinde Alexander van Millingen, mimarisinden ötürü yapının bir kilise olduğunun şüpheli olduğunu, bir kütüphane ya da manastıra ait bir yapı olabileceğini söyler.[4] Eyice, van Millingen'in bu görüşünü "mesnetsiz" olarak niteler.[1] Jean Ebersolt ile Adolphe Thiers'in 1913'te yayımlanan Les églises de Constantinople adlı eserinde yapının 5. yüzyıl eseri olduğu belirtilir.[5] Mehmed Ziya, hazırlamasına ve 1928'de yayımlayacak olmasına karşın Harf Devrimi'nden ötürü basımını tamamlayamadığı ve 1930'daki ölümü sonrasında oğlu tarafından 1936'da yayımlanan İstanbul ve Boğaziçi adlı eserinin ikinci cildinde yapının, Meryem adına yapılmış dinî bir yapıdan camiye çevrildiğini yazar.[6]
Yapının bulunduğu konumda 1930'da yapılan kazıya başkanlık yapan Arif Müfid Mansel, 5. ya da 6. yüzyıla dayandırdığı yapının bir anıt mezar olarak inşa edildiğini tespit etti.[7] 1936'daki Byzanz adlı kitabında Alfons Maria Schneider, VII. Konstantinos'un listelediği imparatorluk ailesine ait anıt mezarlar arasında yer almamasından ötürü yapının muhtemelen zengin bir aile üyesine ait bir anıt mezar olarak inşa edildiğini ifade eder.[8] 1936'daki makalesinde Ernest Mamboury, mimarilerinin benzerliğinden ötürü yapının, Hodegon Manastırı kazılarında ortaya çıkarılan vaftizhaneyi anımsattığından ötürü bir vaftizhane olarak inşa edilmiş olabileceğini yazar.[9] Eyice, Mamboury'nin bu görüşü için "mesnetsiz ve aldatıcı" ifadelerini kullanır.[10]
14. yüzyılda onarımdan geçen yapının temel duvarları arasına dört duvar ve bunları örten bir kubbe inşa edilmesiyle bu kısım bir mezar odasına dönüştürüldü. Bu esnada yapının altındaki eski mezarlar açılarak yeni naaşlar defnedildi. Önceki dönemde duvarlarda yer alan mermer kaplamalar söküldü ve alçıyla kaplanan duvarlara freskler yapıldı. Bu dönemden sonra ise yapı, bir şapel olarak kullanılmaya başlandı.[7][11][1] Mansel, yapının temelindeki bir mezarın başındaki stelde yazılı 1341 ya da 1342 tarihinden yola çıkarak yapının bu tarihlerde bir onarımdan geçtiğini öne sürer. Bu onarımın da, Dördüncü Haçlı Seferi sırasında şehir yağmalanırken bu yapının da tahrip edilme olasılığına bağlar. Onarımın; çeşitli kilise, mezar ve vaftizhane tamir ettirdiklerini belirttiği III. Andronikos ya da halefleri döneminde gerçekleşmesinin olası olduğunu belirtir.[7]
Osmanlı dönemi
değiştirII. Mehmed dönemi Sekbanbaşısı Balaban Ağa bin Abdullah adına kurulan vakfa bağlı olarak Mart ya da Nisan 1483'te camiye dönüştürüldü.[a] Balaban Ağa'nın kim olduğu bilinmez. Eyice, tarihe geçmemiş Balaban adlı başka bir kişi yoksa, İstanbul'un Fethi'ne katılan ve 1466-1467 yılları arasında gerçekleştirilen Akçahisar Kuşatması esnasında ölen Balaban Paşa'nın bir hayratı ya da anısını yaşatma amacıyla kendisine vakfedilmiş olabileceğini yazar. Aynı vakfiyede on hücre, üç dükkân ve bir sıbyan mektebi de vardı. Giderleri ise Ayasofya Vakfı tarafından karşılanıyordu. Bu vakfa 1546 ya da 1547 yılına kadar çeşitli kişiler tarafından, aralarında Müslüman Dede Zaviyesi'nin de olduğu on mülk daha eklendi.[b][12] Cami olarak kullanılmaya başlanmasının ardından yapıya birer mihrap, minare ve son cemaat yeri ile pencereler inşa edilirken minareye çıkan merdivenlerin engellediği mevcut giriş kapatılarak kuzeybatı yönüne yeni bir giriş açıldı.[8][11][13] Cami, Bayezid Camii nahiyesinde "Mahalle-i Mescid-i Balâban Ağa" adıyla geçmekteydi.[14]
Wolfgang Müller-Wiener; 1660, 1693, 1718 ve 1782 tarihlerinde çıkan yangınlarda, yakınlarındaki Eski Odalar'ın zarar gördüğüne değinerek yakınlarında konumlanan caminin de zarar görmüş olması ihtimalinden bahseder.[11][15] 1877 tarihli çizime göre yapıyı örten kubbenin üzerine, kiremitle kaplı ahşap bir çatı yapılmıştı.[12] 19. yüzyıl haritasına göre Çilingirler Caddesi, Zincirlikuyu Sokağı ve Balaban Ağa Sokağı'nın kesiştiği köşede konumlanan cami, 23 Temmuz 1911'de çıkan yangında harap olarak kullanılamaz hâle geldi.[16][17] Yangın sonrasında yapılan planlama sonrasında, yeni oluşturulacak Harikazadeler Sokağı üzerinde kalıyor olmasından ötürü yıkılmasına karar verildi. Vakıflar İdaresi tarafından 1930'da enkazcılara satıldı. Yapının toprak üstünde kalan kısmı tamamen yıkıldıktan sonra durumdan haberdar olan İstanbul Müzelerinin girişimi ve Amerikan Bizans Enstitüsünün maddi desteğiyle 8 Nisan-1 Mayıs 1930 tarihleri arasında bölgede, Arif Müfid başkanlığında bir kazı yapıldı. Kazı çalışmalarının ardından ise bina tamamıyla ortadan kaldırıldı ve bazı parçalar İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde sergilenmeye başlandı.[17][7][11]
Konumu ve mimarisi
değiştirÜst kısmı
değiştirİstanbul'un Fatih ilçesinin Balabanağa Mahallesi'nde yer alan yapının bulunduğu alanın bir kısmı günümüzde Harikazadeler Sokağı üzerine denk gelirken bir kısmında bir otel bulunur.[c][11] Yer aldığı mahalle, adını camiden almıştır.[1]
Neredeyse dairesel planlı kâgir yapının çapı 10,60 m'ydi. Batıya bakan kısmında daire bozulup düz bir şekil alırken doğuya bakan kısmında ise apsis benzeri dikdörtgensel bir çıkıntı vardı. Batı cephesinin ortasında konumlanan ilk giriş kısmı; 1,80 m genişliğinde ve mermer söveliydi. Güneybatı cephesindeki paye üzerine tuğladan inşa edilen minareye çıkan merdivenin giriş kısmını kapamasından ötürü bu giriş kısmı kapatılarak kuzeybatı kısmına yeni bir giriş açılmıştı.[4][7][8] Son cemaat yeri, yapının batı ve kuzeybatı kısımlarını yarım daire şeklinde, kısmen saracak bir biçimde konumlanıyordu.[10] Duvarla çevrili diğer cephelerinde ise hazîresi vardı.[10][12]
Yapının iç kısmı altıgen plana sahipti. Her bir duvarda, 2,70 m genişliğinde ve 1,25 m uzunluğundaki birer nişin oluşturduğu hücre varken yalnızca doğudaki nişin ölçüleri 2,75 × 1,85 m'ydi. Giriş kısmının yer aldığı hücre dışındaki beş hücrenin arka duvarında, 1,60 m genişliğinde birer pencere vardı. Hücrelerin her iki yanında yer alan iki köşeli payeler, kemerlerle birbirine bağlanıyordu. Bu altı payeye oturan kubbenin üstünde ise kiremit kaplı ahşap bir çatı yer alıyordu. İç cephedeki duvarlar 1 m'ye kadar; 20–25 cm kalınlığında, 35–40 cm uzunluğundaki kesme taşlarla örülmüş ve içerdiği tuğla tozundan ötürü kırmızı harca sahipti. Taşların ardından; 3,5–4 cm kalınlığında, 36,5–37 cm uzunluğundaki tuğla örgüsü geliyordu. Tuğlaların arasında ise 3,5–4 cm kalınlığında harç vardı.[7][9][12]
Mamboury; dış kısımdan dairesel içten ise altıgen planlı olması ve aynı teknikle inşa edilmesiden ötürü binanın mimarisinin, Hodegon Manastırı kazılarına ortaya çıkan vaftizhaneyi anımsattığını yazar.[9] Harald Koethe yapıyı, Havariyyun Kilisesi yakınlarındaki I. Konstantin'in anıt mezarının bir benzeri ve taklidi olarak nitelerken Eyice de bu iddianın haklı olduğunu ifade eder.[10] Eyice yapının, Selanik'teki Rotunda ile benzerlikler gösterdiğini belirtir.[10] Rudolf Naumann ile Hans Belting ise, Antiohos Sarayı'nın Aziz Eufemia Kilisesi'ne çevrilmesi sonrasında, sarayın altıgen salonuna eklenen dört anıt mezardan ikisiyle kıyaslar. 2 ve 3 numaralı anıt mezarların da altışar adet dikdörtgen nişi olduğundan bahseden ikili, yapıların dışlarının ise onikigen olduğunu belirtir.[18]
Payelerin alt kısımlarını kaplayan 45 cm yüksekliğinde ve 7 cm kalınlığındaki profilli mermer dadolar ile duvarların iç kısımlardaki kalan alanları kaplayan farklı renklerdeki mermerlerin sökülmesinin ardından alçıyla kaplanan duvarlara freskler yapılmıştı. Kuzey duvarında, 40 cm'den itibaren, üzerinde siyah çizgiler bulunan beyaz mermer taklidi bir katman vardı. Kuzeydeki payenin iç cephesine, beyaz zemin üzerine konturları siyah ve içi kırmızı olan bitki motifleri işlenmişti. Doğudaki hücrenin duvarlarında mor ve mavi zemin üzerinde yuvarlak çizgiler ile bir kitâbenin birkaç harfi vardı. Yapıda, insan tasvirlerinin olduğu freskler de bulunuyordu. Mansel, rastladığı bir freskte görülen kırmızı çizgili sarı kanatların bir melek tasvirine ait olabileceğini belirtir. İzlenimci üslupta yapılan freskler, 14. yüzyıla aitti. İçlerinde kırmızı, mavi, sarı ve yeşil renklerin; üzerilerinde ise mermer damarlarını taklit eden siyah çizgilerin olduğu kare bölümlere ayrılmış 35 cm kalınlığındaki friz, duvarların 1,40 m yüksekliğinde başlıyordu. Doğu ve güneydoğu hücreleri arasındaki payenin iç cephesinde bir mihrap konumlanmıştı.[7]
Alt kısmı
değiştir2,80–3 m'ye kadar inen temel duvarları daha düzensiz taşlarla yapılmış olup en üst katmanında daha geniş ve yassı taşlar kullanılmıştı. Temelde kullanılan harçta, görece daha fazla çakıltaşı vardı. Yapının dairesel planıyla aynı plana sahip temel, binanın duvarlarından 0,15 m kadar dışa taşıyordu. Temel duvarları arasına inşa edilen dört duvar ve bunları örten basık bir kubbeyle bu kısım, 4,45 × 3,20 m ölçülerindeki dikdörtgen bir mezar odasına dönüştürülmüştü. Merkezi, yapının orta ekseninin güneyinden geçen bu kubbenin üst kısmı, temelin üst kısmıyla aynı seviyedeydi ve yapının üst kısmının zeminini oluşturuyordu. Bu sayede yapının zemini, ilk dönemine kıyasla 1,75–2 m kadar yükselmişti.[7]
Mezar odasının duvarların alt kısımları yaklaşık 0,8 m yüksekliğinde ve 1,10-1,30 m kalınlığında olup köşeleri payelerin cephelerine dayanıyordu. Odanın doğu duvarının kalınlığı 50–85 cm arasında değişirken batı duvarı 1 m kalınlığındaydı. Bu iki cephe duvarına, 1,37 m yüksekliğinde, tuğladan yapılan birer kemer yaslanıyordu. Kuzey ve güneydeki alt kısım duvarların üzerilerinde ise daha ince ve üst kısımları yuvarlak olan, aralarında 4 cm kalınlığındaki yatay tuğla sıraları bulunan, 1,55 m yüksekliğindeki duvarlar yükseliyordu. Tuğladan yapılmış kubbe, kuzey ve güney duvarları ile birbirlerine pandantiflerle bağlanan kemerlerin üstüne biniyordu. Kubbenin ortasındaki 1,15 m çapındaki delik, odadaki tek açıklıktı. Mansel, bu deliğin üzerinde taş bir kapak bulunuyor olması ihtimalinden söz eder. Odada kullanılan taşlar, ilk yapıda kullanılan taşlara kıyasla daha küçük ve düzensizken aralarında yatay tuğlalar da kullanılmıştı. Kullanılan harç ise, içerdiği kömür tozundan ötürü siyahtı.[7]
Mezar odası olarak düzenlenen kısımda, yapının zemininden 65 cm yükseklikte, kuzey-güney duvarları arasında uzanan hatılların taşıdığı, sonradan eklenmiş tahta bir zemin vardı. Mermer döşeli zemin, altında bir hava katmanı oluşturarak mezarlardaki naaşların bozulmadan kalmasını sağlama amacı güdüyordu. Mezarların olduğu kısımlar da benzer şekilde hatıl ve taşıdıkları tahta zeminlerle iki kata ayrılmıştı. Doğu, batı, güneydoğu ve güneybatı mezarlarının bulunduğu kısımlarda odanın duvarlarının üzerine yaklaşık 0,4 m genişliğinde örülen duvarlarla mezarlar ile oda birbirinden ayrılmıştı. Bu duvarlar ile kubbe arasındaki alan; taş, toprak ve daha önceki dönemde duvar kaplamalarında kullanılan mermer parçalarıyla doldurulmuştu.[7]
Hücrelerin altına denk gelen kısımlarda, uzunlukları 2,10 ile 2,15 m; genişlikleri ise 1,17 ile 1,40 m arasında değişen dikdörtgen şeklindeki birer mezar vardı. Doğudaki mezar, 2,05 × 1,18-1,30 m ölçüleriyle içlerinden en büyüğüydü. Kuzeybatı mezarının üstünde bulunan 7 cm kalınlığındaki mermer levhanın üzerinde yazan metne göre mezara Theodoros isimli biri, Ocak 1341 ya da 1342 tarihinde defnedilmişti. Diğer üç mezarın üzeri, başka bir yapının cephesine ait olan ve buraya getirilen, kazının ardından ise İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne taşınarak burada sergilenmeye başlanan, 5. yüzyıla ait mermer arşitektonik parçalarla kaplanmıştı. Bu parçalar; boncuklu şeritlerle süslenmiş üç katman hâlindeki arşitrav, akantus kabartmalı friz, konsollarla taşınan ve stilize palmet kabartmalarıyla süslenmiş kornişten ibaretti. Batı, kuzeybatı ve güneybatı cephelerindeki mezarların arka duvarlarında, 1,10-1,30 m yükseklik ve 0,40 m derinliğe sahip birer menfez vardı. Mansel, Bakırköy Hipojesi'ndeki sisteme atıfta bulunarak bu menfezlerin nem ve yağmur suyunun tahliyesi için yapılan hava koridorlarına bağlanma olasılığından bahseder.[7]
Ayrıca bakınız
değiştirNotlar
değiştir- ^ Vakfiyedeki Safer 888 tarihi, miladi takvimde Mart ya da Nisan 1483'e denk gelir.
- ^ Vakfiyedeki 953 yılı, miladi takvimde 1546 ya da 1547 yılına denk gelir.
- ^ Jacques Pervititch'in 1935 tarihli haritasında Acemi Oğlanlar Camii, hatalı bir şekilde Balaban Ağa Camii olarak gösterilir.[16]
Kaynakça
değiştir- Genel
- Eyice, Semavi (1960). "Balabanağa Mescidi". Koçu, Reşad Ekrem (Ed.). İstanbul Ansiklopedisi. 4. İstanbul: Koçu Yayınları. ss. 1946-1949.
- Özel
- ^ a b c d e Eyice 1960, s. 1946.
- ^ Paspatis, Aleksandros (1877). Βυζαντιναί μελέται Τοπογραφικαί και ιστορικαί (Yunanca). İstanbul: Antonios Koromilas Matbaası. ss. 385-386.
- ^ Mordtmann, Andreas (1892). Equisse topographique de Constantinople (Fransızca). Lille: Desclée, de Brouwer. s. 70.
- ^ a b Van Millingen, Alexander (2009). "Balaban Aga Mesjedi". Byzantine Churches in Constantinople (İngilizce) (e-kitap bas.). s. 266.
- ^ Ebersolt, Jean; Thiers, Adolphe (1913). Les églises de Constantinople (Fransızca). 1. Paris: Ernest Leroux. s. 252.
- ^ Mehmed Ziya Bey (2021). İstanbul ve Boğaziçi. 2. Kahramanmaraş: SAMER Yayınları. s. 43. ISBN 978-625-7617-12-3.
- ^ a b c d e f g h i j k Arif Müfid Bey (1936). "Balaban Ağa Mescidi hafriyatı (1930)". Türk Arkeoloji Dergisi (3): 49-74. 21 Aralık 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Aralık 2024.
- ^ a b c Schneider, Alfons Maria (1936). Byzanz (Almanca). Berlin. s. 54.
- ^ a b c Mamboury, Ernest (1936). "Les fouilles byzantines à Istanbul et dans sa banlieue immédiate aux XIXe et XXe siècles". Byzantion (Fransızca). 11 (1): 229-283. JSTOR 44168274.
- ^ a b c d e Eyice 1960, s. 1948.
- ^ a b c d e Sav, Murat (2011). "Mausoleion, Şapel ve Mescid olarak: Balabanağa" (PDF). Restorasyon Yıllığı, 2. Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü. ss. 143-149.
- ^ a b c d Eyice, Semavi (1992). "Balaban Ağa Mescidi". TDV İslâm Ansiklopedisi. 5. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı. s. 2. ISBN 9753894295. 13 Nisan 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Aralık 2024.
- ^ Gurlitt, Cornelius (1912). Die Baukunst Konstantinopels (Almanca). Berlin: Verlag von Ernst Wasmuth. s. 42.
- ^ Ayverdi, Ekrem Hakkı (1958). Fatih Devri Sonlarında İstanbul Mahalleleri, Şehrin İskânı ve Nüfus. Ankara: Vakıflar Umum Müdürlüğü Neşriyatı. s. 14.
- ^ Müller-Wiener, Wolfgang (Ocak 2001). "Balaban Ağa Mescidi". İstanbul'un Tarihsel Topografyası. Sayın, Ülker tarafından çevrildi (1. bas.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. ss. 98-99. ISBN 975-08-0158-X.
- ^ a b Gürses Söğüt, Sibel (Sonbahar 2021). "1911 Aksaray yangın yerinin imarı ve eski eser kaybı". Mimar.ist. TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi. 21 (72): 104-111. ISSN 1302-8219.
- ^ a b Eyice 1960, s. 1947.
- ^ Bardill, Jonathan (2004). Brickstamps of Constantinople (İngilizce). 1. Oxford University Press. s. 71. ISBN 0199255229.