Ulubatlı Hasan

İstanbul'un Fethi'nde Bizans surlarına sancağı ilk diken yeniçeri komutanı

Ulubatlı Hasan (1390, Ulubat, Karacabey, Bursa - 29 Mayıs 1453, İstanbul), İstanbul'un fethi sırasında Doğu Roma (Bizans) surlarına ilk sancağı diken Sekbanbaşı.

Bursa'da bulunan Ulubatlı Hasan heykeli.
 
Ulubatlı Hasan'ın 1425 yılına ait vakfiyesinin, onun kimliğini tanımlayan ilk satırları

Hakkında çok fazla bilgiye sahip olunmayan Ulubatlı Hasan'ın gerçekliği bile bir dönem tartışma konusu olmuş,[1] ancak son yapılan araştırmalar neticesinde hayatına dair yeni bilgilere ulaşılmıştır.[2] Babasının ismi Abdullah olup, doğum tarihi de 1390 yılı civarlarıdır.[2]

Ulubatlı Alemdar Baba Hasan olarak bilinen Ulubatlı Hasan, Bursa'nın eski Ulubat-Karacabey yolu üzerinde, Ulubat Gölü'nün birkaç kilometre doğusunda yer alan "Kızılcıklu" ya da şimdiki adıyla "Hasanağa" köyü ile eski başkent Edirne'de "Sığırlıca-Mûsâ" (günümüzdeki adıyla: "Hasanağa") köyünde vakıflar kurmuştur. Rebiulevvel 828'de (Şubat 1425) düzenlenen vakfiyeye göre kendisi, İstanbul'un fethinden 28 sene önce "Nâsıbu livâ'i'l-İslâm" yani "İslam Sancağının Dikicisi" unvanıyla anılmakta ve Fatih Sultan Mehmed'in babası II. Murad zamanında da resmî bir Alemdar olarak görev yapmaktadır.[2]

Aynı vakfiyede resmî sancaktarlığının yanında “Melikü’l-ümerâ’i’l-‘izâm” ve “Ekâbir” tâzim ifadeleriyle bir arada anılıp, Sultan II. Murad dönemi devlet adamlarının en büyük ve en önde gelenleri arasında gösterilmiştir. Mehmed Süreyya’nın Sicill-i ‘Osmânî’de “Hasan Ağa” hakkında: “Sultân Murâd Hân-ı sânî (II. Murad Han) Hazretleri’nün ‘asrında Sekbânbaşı olup, 857'de (=1453) İstanbûl fethinde şehîd oldu.” şeklinde verdiği önemli bilgi, onun resmî statüsünün “Alemdarlık”la sınırlı kalmayıp, bu dönemde uzun bir süre Sekbanbaşılık da yapmış olduğunu göstermektedir.[2]

Alemdar Baba Hasan bu dönemde vakıf köyü Kızılcıklu’da cami, mescid, zaviye, mektep ve hamam gibi hayır eserlerinin yanı sıra saltanat yurdu Edirne’de, resmî vazifesine atfen “Alemdar Mahallesi” diye anılan bölgede de bir mescit ve kendisi için bir türbe yaptırmıştı.[2]

İstanbul'un fethi

değiştir

Ulubatlı Hasan’ın günümüze kadar sancağı rastgele eline alıp burca dikmeyi başarmış çok genç bir yeniçeri olduğu yönünde hayal ürünü bir karakter kurgulanmıştır. Bu da aslında "Fatih'in tecrübeli resmî sancaktarı" olan Hasan'ın, şimdiye dek açıkça tespit edilemeyen gerçek statüsünü gölgede bırakmıştır. Hâlbuki İstanbul kara surlarının en stratejik noktası olan Hagios Romanos (Topkapı) burcuna çıkıp sancak dikmek gibi üstesinden gelinmesi çok zor ve özel yetenek gerektiren bir görevi başarmak ancak emektar ve yüksek tecrübe sahibi bir sancaktarın işi olabilirdi.[2]

İmparator muhafızlarının başı Yorgios Sfrancis’in Chronicon Maius adlı ayrıntılı eserinde Ulubatlı Hasan'dan bir görgü tanığı olarak şöyle bahsetmektedir:

"İşte o sırada, aslen Lopadionlu (Ulubatlı) olup koca bir vücuda sahip olan ‘Hasan’ adlı bir yeniçeri, sol eli ile başının üstüne kalkanını tutup, sağ eli ile kılıcını çekti ve bizimkilerin şaşkınlık içinde geri çekildikleri o bölgede surun tepesine doğru atıldı. Onunla aynı cesareti göstermek isteyen otuz kadar diğeri de kendisini takip etti. Bizimkilerden hâlâ surlarda kalanlar ise üzerlerine kayaları yuvarlıyorlardı ve onlardan on sekizini aşağı attılar. Ne var ki, Hasan kendisine mahsus şiddeti ile surun üzerine çıkıp bizimkileri kaçırmayı başardı. Bu zafer üzerine diğerleri de onu takip ederek surlara tırmanma fırsatını buldular. Bizimkiler sayılarının pek az olması nedeni ile sura tırmananlara mâni olamadılar. Düşmanın sayısı fazla idi, buna rağmen yine de yukarıya çıkanlara saldırdılar ve onlardan birçoğunu öldürdüler. Bu çatışma sırasında Hasan’a bir taş isabet etti ve onu yere yıktı. Kendisini yere yıkılmış görünce, bizimkiler de üstüne her taraftan taş fırlatmaya başladılar. O ise dizleri üstüne kalkmış kendisini savunmaya çalışıyordu; ancak almış olduğu pek çok darbeden dolayı artık sağ kolu işlemez oldu ve oklarla kaplandı, nihayet beraberindeki pek çok kişi ile birlikte öldü.[2]"

Kabrinin yeri

değiştir
 
Ulubatlı Hasan'ın yıkılan mescit ve türbesinin 1940 yılına ait bir fotoğrafı

Ulubatlı Hasan’ın tarihî yarımadanın merkezinde bulunan kabri, 2019 yılında Tarihçi Hakan Yılmaz tarafından bölgede yapılan geniş çaplı bir araştırma sonucu ortaya çıkmıştır. Fatih İskenderpaşa Mahallesi yakınlarında, Horhor’dan Büyükşehir Belediyesinin arka hizasına doğru uzanan yol üzerinde, Kırma Tulumba Sokak'la Girdap Sokak'ın kesiştiği köşede yer alan Fatih’in şehit sancaktârı “Alemdâr Baba Hasan”ın kabri, İstanbul’daki tüm fetih şehitlerinin kabirleri arasında apayrı bir öneme sahiptir. Bu ilginç şehit kabri, İstanbul’un yüzyıllar boyu süregelen kadim tarihî görüntüsünü değiştiren 1956 İmar Planı uygulanırken, sebepsiz yere ortadan kaldırılan yarı kârgir, kısa minareli küçük mescidinin yakınında, beş yüz yıl boyunca Osmanlılar tarafından fethin en büyük şehidinin yattığı yer olarak biliniyor ve halk tarafından ziyaret ediliyordu.

 
Ulubatlı Hasan'ın Yıkılan Türbesinin Kayıp Kitabesi

Alemdar Baba Hasan’ın Sultan III. Selim’in saltanatının son zamanlarında, 1221/1806 İstanbul depreminde yıkılan mescid ve kabrinin onarımı sırasında kabrin hacet penceresi üzerine yerleştirildiği, ancak daha sonra köşe duvarına nakledildiği anlaşılan manzum bir kitabesi ve üzerinde “Sıdkî” mahlaslı şaire ait beş beyitlik bir “târîh” manzumesinin içeriği aynı zamanda, kuşatmanın son anında Fatih’in sancağını burca diken Alemdar Hasan’ın “Ulubatlı Hasan”ın ta kendisi olduğunun kanıtıdır. Bugün kitabenin varlığına dair elimizde 1930’larda Süheyl Ünver, 1940 sonlarında Vakıflar Umum Müdürlüğü tarafından çekilmiş iki fotoğraf bulunmaktadır.

Sancaktar Baba Hasan'ın türbe kitâbesinde; kılıcını ve Fatih'in sancağını eline alarak burca çıkması, orada Rumlar'la savaşması, Sultan Mehmed'in sancağını burçta göz kamaştırıcı bir şekilde dalgalandırması ve kanlar içinde kalarak "Şehitlerin Serdarı" olması, Sfrancis'in yukarıda verdiği bilgilerle tamamen aynı çizgide, bizzat kendi dilinden şu ifadelerle aktarılmıştır:

“Yedümde tîğ-ı âteş-tâb dilümde nazm-ı Settârî

Ben oldum Fâtih’üñ ol günde mergûb ‘alem-dârı

Gazâ-yı ekber itdüm Rüstemâne hasmıla yed-kesr

Oluban gark-ı hûn-âlûd işte Şehîdler Serdârı…”

(“Elimde düşmana ateş saçan kılıç, dilimde tekbîr-i İlâhî

Ben oldum Fâtih’in o gün göz kamaştıran sancaktârı

Kahır pençemle, düşmanla Rüstem’ce ulu gazâ ettim

Kanlar içinde kalarak oldum Şehîdlerin Serdâr’ı…”)

Görüşdüğü üzere Sıdkî’nin Hasan’ın dilinden yazdığı manzumenin ilk iki beytinde; onun elinde “tîğ-ı âteş-tâb” yani “düşmana ateş saçan kılıç” ve dilinde tekbir “nazm”ı olduğu hâlde surların üzerine çıktığı, kahır pençesiyle destansı bir kudretle düşmana karşı savaştığı, Fatih’in sancağını göz kamaştırıcı bir şekilde burcun üstünde dalgalandırdığı, sonunda kanlar içinde kalarak yalnız gâzîlerin değil “Şehîdler”in de “Serdâr”lığına ulaştığı açıkça nazmedilmiştir. Manzumenin üçüncü ve dördüncü beyitlerinde bugüne kadar duyulmamış ilginç bir ayrıntıdan söz edilerek, Hasan’ın bedeninin burçtan düştükten sonra bir süre sur dibinde ceset ve taş yığınları altında kaldığına, ne Han (Fatih) ne de başka biri naaşının yerini bulamazken, rüyada gösterilen bir işaret üzerine çıkarılıp şimdiki kabir alanına taşındığına işaret edilmiştir:

“Yaturdum kimse bilmez hâl [ü] ahvâlimi hergiz Hân

Meger ma‘nâda irşâd eylemişler böyle düşvârı

Çerâğum şuledâr iden, aña durağ cennet olsun

Hüdâ her bir umûrında ola anuñ meded-kârı...”

(“Hal ve ahvâlimi kimse, Han bile bilmeden yatardım

Meğer mânâ ehli birine iletmişler bu güç ihtârı

Kandilimi yakıp sürdürenin durağı cennet olsun

Her işinde Allah olsun onun yardım eden Yâr'ı…”)

Şiirin beşinci ve son beytinde “menkût” (noktalı) harfle “târîh” düşürüldüğü belirtilen:

“De-gil Sıdkî bunun tamîrine menkûtını târîh:

Zehi devlet Hasan Baba ki heşt-seddin (sekiz burcun) alemdârı.”

(“Söyle Sıdkî onun (türbenin) tamirine noktalı harfle tarih:

Ne devlet; Hasan Baba oldu sekiz burcun sancaktarı.”)

Dizesi ise, yine çağdaş tarihî verilere uygun olarak; on iki kara burcu içinde ikinci sancağın dikildiği dokuzuncu burç olan Porta Pighi/Silivrikapı’dan önce, buraya kadarki sekiz burç arasında ilk Osmanlı sancağını Alemdar Hasan’ın diktiğini netleştirerek; onun hem ismi, hem hikâyesi, hem de ölüm şekliyle “Ulubatlı Hasan” olduğunu kesin olarak kanıtlamaktadır.[2]

Gerçekten yaşayıp yaşamadığına dair tartışmalar

değiştir

Ulubatlı Hasan'ın gerçekte var olmayıp ve bir fetih efsanesi olduğuna dair çeşitli iddialar ortaya atılmıştır. Bu iddiaların temelinde Ulubatlı Hasan'dan bahseden yabancı kaynaklardan biri olan İmparator muhâfızlarının başı Yorgios Sfrancis’in Chronicon Maius adlı ayrıntılı eserini, 1930’lardan itibaren Metropolit Makarios Melissinos’a atfeden birkaç Yunan ve Romen tarihçinin tezleridir. Tarihçi Hakan Yılmaz bu kroniğin sonundan Sfrancis'in "onu 1478'in 29 Mart'ında kendi eliyle genişlettiğini" gösteren orijinal ifadelerini ve ilk ağızdan çıkan özgün sözlerini aktararak, bu iddiaların bilim ve akıl dışı olduğunu net bir şekilde kanıtlamıştır[3] [2].

Ulubatlı Hasan'ın var olmadığına dair iddia sahipleri tezlerini İstanbul'un fethi sırasında bizzat bulunan Bizanslı tarihçi Francis'in orijinal eserinde Ulubatlı Hasan'ın ismi geçmemesi ve daha sonraki tarihlerde Francis'in eserine Melissinos tarafından ilave yapıldığı ve Melissinos'un eklemelerini hangi kaynaktan aldığının bilinmediği gerekçesini savunur. Oysa geniş kroniğin sonunda, Sfrancis'in bu eseri "elindeki yalın nüshayı (Chronicon Minus'u) esas alarak, 29 Mart 1478'de elindeki müsveddelerden bizzat kendisinin genişlettiğini" gösteren açık ifadeleri bulunur. Bazı tarihçilerin dayanağı ise şehrin fethedilişi sırasında o kargaşada surlara bayrağı ilk diken kişinin isminin sağlıklı bir şekilde zikredilmesinin mümkün olmayacağıdır.[1] Oysa Hakan Yılmaz'ın son tespitlerine göre, Çelebi Mehmed ve II. Murad zamanlarından beri resmî Saray alemdârı, burçta öldüğü sırada ise Fatih'in sekban (muhafız) birliklerinin başı olan Hasan Ağa'nın, başta kendi mevkiidaşı olan imparatorun baş muhafızı Sfrancis olmak üzere, düşman tarafından tanınması değil, aksine tanınmaması tarihen de mantıken de saçma ve anlamsız olurdu.

Bunlara ek olarak; tarihçi-yazar Hakan Yılmaz'ın 2024 yılı Haziran ayında Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi'nde çıkan makalesinde yayınladığı, 1460 yılında Fransa kralı V. Charles'a sunulan çağdaş kronikteki, fethe katılan iki kişinin anlatılarına dayanılarak çizilen Romanos (Topkapı) burcuna çıkış tasvirinde; Ulubatlı Hasan Ağa ileri bir yaşta, uzun sakallı, başında Sekbanbaşı ve sancaktarların taktığı Dardağanlı yeniçeri başlığı, belinde kalkan ve elinde yaldızlı beyaz sancakla burca tırmanırken, Rum ve Latin askerleri ise burcun üstünden üzerine taş ve ok atarken görülmektedir ki, bu da Chronicon Maius'taki Ulubatlı Hasan'la ilgili bilgilerin gerçekliğini ve ona ait olduğunu, ayrıca onun sıradan genç bir asker değil, emektar yaşlı bir komutan olduğu yönündeki tespitlerin doğruluğunu ispat etmektedir. Yılmaz'a göre, fetihten yedi yıl sonra çizilen bu minyatürde; Fatih'in asıl sancaktarının elinde Fatih'in hiç bilinmeyen, üzerinde altın yaldızlı Simurg (Anka kuşu) figürü bulunan Türk mavisi özel hükümdarlık bayrağı, Hasan Ağa'nın elinde ise -İbn Kemâl'in VII. Defter'inde belirttiği gibi- altın yaldızları göz kamaştıran Ak (beyaz) sancağının bulunması, onun bu sırada rütbesinin "Alemdar" değil "Sekbanbaşı" olduğu bilgisini de tarihî açıdan kanıtlar niteliktedir[4].

Gerçekliği tartışmalı iken bile, İstanbul'un Türkler tarafından fethedilişinin simgesi olan ve Türk mitolojisinin bir parçası haline gelen Ulubatlı Hasan'ın son araştırmalar neticesinde gün yüzüne çıkan kabri ve yeni arşiv belgelerine göre gerçek bir kişi olduğu kanıtlanmıştır.[3]

Popüler kültürde

değiştir

Ulubatlı Hasan pek çok roman,[5] çizgi film,[6] dergi ve sinema gibi medyatik ögelerde yer almıştır. Genellikle genç bir yeniçeri ya da sipahi olarak kurgulanmıştır. 1951 yapımı İstanbul'un Fethi filminde Turan Seyfioğlu tarafından canlandırılmış, 1972 yapımı Kara Murat Fatih'in Fedaisi filminde de Ulubatlı Hasan karakterine yer verilmiştir. Fetih 1453'te ise Ulubatlı Hasan'ı İbrahim Çelikkol canlandırmıştır.

Kaynakça

değiştir
  1. ^ a b Erhan Afyoncu, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu, I, İstanbul, Yeditepe Yayınları, 2002, s. 57-58 + Genişletilmiş II. Baskı, İstanbul: Nisan 2012; Erhan Afyoncu, Truva'nın İntikamı, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2012, s. 86-90 ; Feridun M. Emecen, “Menkıbe-Târih İlişkisinin Çarpıcı Bir Örneği: İstanbul’un Fethinde Surlara İlk Çıkanın Kimliği Meselesi”, İ. Aydın Yüksel’e Armağan, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 2012, s. 258; Feridun Emecen, Fetih ve Kıyamet 1453, Kapı Yayınları, İstanbul 2019, s. 381-382.
  2. ^ a b c d e f g h i "Bir Fetih Efsanesi Olduğu Öne Sürülen Ulubatlı Hasan'ın Yeni Keşfedilen Kabri ve Bilinmeyen Gerçek Tarihi Kimliği". Hakan Yılmaz. Toplumsal Tarih Dergisi. Mayıs 2019. 27 Aralık 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 27 Aralık 2021. 
  3. ^ a b Hakan Yılmaz (12-13 Nisan 2019). ""Fetihte Surlara Sancak Dikme Meselesine Farklı Analitik Bir Yaklaşım: 'Ulubatlı Hasan' Rivâyeti Efsâne Midir, Gerçek Midir?" Uluslararası Fatih Sultan Mehmed Dönemi Osmanlı Dünyası Sempozyumu: İdeoloji - Diplomasi - Savaş - Fetih (12-13 Nisan/April 2019) Bildiriler Kitabı". İstanbul: FSM Vakıf Üniversitesi Yayınları (2021 tarihinde yayınlandı). ss. 211-362. 12 Ocak 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 12 Ocak 2022. 
  4. ^ Hakan Yılmaz, “Ulubatlı Hasan ve Surlara Çıkış Ânının Yegâne Çağdaş Çizimi”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, C. LXXV, Sy. 449 (Haziran 2024), s. 10-19.
  5. ^ "Nesil Yayınları". 4 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 27 Ocak 2012. 
  6. ^ "İstanbul'un Fethi Çizgifilmi". 26 Şubat 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 27 Ocak 2012.