Musul Sorunu
Musul Sorunu, Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı Musul Vilayeti'nde Türkiye ve Birleşik Krallık arasında yaşanan toprak sorunudur.
Musul Sorunu | |||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
İki savaş arası dönem | |||||||||
![]() Musul Vilayeti (1914) | |||||||||
| |||||||||
Taraflar | |||||||||
![]() |
![]() | ||||||||
Komutanlar ve liderler | |||||||||
![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() |
Arka plan
değiştirI. Dünya Savaşı'na kadar Osmanlı hakimiyetinde bulunan Musul Vilayeti 19. yüzyılda keşfedilen petrol yatakları sebebiyle, Birleşik Krallık, Fransa, Alman İmparatorluğu arasında rekabet konusu oldu.[1] I. Dünya Savaşı devam ederken 1916 yılında İngilizler ve Fransızlar Sykes-Picot Anlaşması'yla Orta Doğu'yu kendi aralarında paylaştılar.[2] Bu paylaşımda Musul, Fransızlara bırakılmıştı. I. Dünya Savaşı'ndan yenik ayrılan Osmanlı, 30 Ekim 1918 tarihinde İtilaf Devletleri ile Mondros Mütarekesi'ni imzaladı. Mütareke imzalandığı sırada Musul'da Osmanlı'ya bağlı 6. Ordu bulunuyordu.[3] 1. Kasım 1918'de 6. Ordu komutanı Ali İhsan Paşa, İngiliz general Marshall'a Britanya ve Osmanlı ordularının arasında kalan bölgenin tarafsız olduğunu dile getiren bir mektup yolladı. General Marshall, 2 Kasım 1918'de Ali İhsan Paşa'ya verdiği cevabında Mondros Mütarekesi'nin 7. maddesine göre gerekli gördüğü takdirde Irak'taki stratejik noktaları işgal edebileceğini ve Mütareke'nin 16. maddesine göre de 6. Ordu'nun teslim olması gerektiğini dile getirdi.[4] 3 Kasım 1918'de İngiliz general Cassel, Süleymaniye-Köysancak-Erbil-Akra-İmadiye-Siirt-Silvan-Ergani-Osmaniye-Siverek hattından geçtiğini ve bu hattın güneyinde kalan Osmanlı birliklerinin silah ve cephanelikleriyle birlikte teslim olmasını talep etti.[5]
İngilizlerin Musul'u işgali
değiştir3 Kasım 1918'de İngilizler, Osmanlı'nın yerli halka zulmettiğini söyleyerek Musul'u kuşattı.[6] 9 Kasım'da Ali İhsan Paşa bu durumu görüşmek üzere İstanbul'a gitti. Aynı gün İstanbul'dan Musul'u tahliye emri geldi.[7] İngilizler, 10[8]-11 Kasım'da Musul işgal etti[9] ve ardından Irak'ta bulunan Osmanlı ve Britanya orduları arasında yapılan anlaşma sonucu 15 Kasım 1918'de Musul, tamamen İngilizlere bırakıldı.[10]
İşgale tepkiler ve Irak Mandası'nın kurulması
değiştir28 Aralık 1919'da Mustafa Kemal Paşa, Ziraat Mektebi’nde gerçekleştirilen ilk toplantıdan itibaren verdiği demeçlerde Musul'un ayrılmaz bir Türk yurdu olduğunu dile getirmiştir.[11] 28 Ocak 1920'de İstanbul'da toplanan son Meclis-i Mebûsan tarafından oy birliği ile kabul edilen Mîsâk-ı Millî kararıyla Musul Vilayeti'nin, Türk devletinin sınırlarının içerisinde olduğu ilan edilmiştir.[12]
1920 yılının Nisan ayında toplanan San Remo Konferansı'nda alınan kararlarla İngilizler Irakta kendilerine bağlı bir manda yönetimi kuracağını ilan etmiştir.[13]
10 Ağustos 1920'de Osmanlı ve İtilaf Devletleri arasında Sevr Antlaşması imzalandı; ancak Sevr Antlaşması Ankara Hükûmeti tarafından tanınmadı ve antlaşmayı imzalayanlar Büyük Millet Meclisi tarafından vatan haini ilan edildi.[14] Birleşik Krallık ve Fransa devletleri Sevr Antlaşması'nı Ankara Hükûmeti'ne de kabul ettirmek amacıyla 1921'de Londra Konferası'nda toplandı. Konferansta Ankara heyeti "Teklifin kabul edilmeyeceğini, asgari şartların Mîsâk-ı Millî olduğunu" bildirdi.[15] Londra Konferansı'ndan sonra toplanan Kahire Konferansı'yla I. Faysal, Irak kralı ilan edilmiştir.[16]
Musul'daki askerî çatışmalar
değiştirRevandiz'de yaşanan çatışmalar
değiştir1 Şubat 1922'de Mustafa Kemal, Millî Savunma Bakanlığı'na: "Faysal bin Hüseyin'in Irak'ta bir hükûmet kurma, İngilizlerin de Musul Vilayeti'nde bir manda kurma isteği, yapılan siyasi faaliyetlerden anlaşılmaktadır. Bu sebeple, Mîsâk-ı Millî sınırları içerisinde kalan Musul Vilayeti'nin kurtarılması amacıyla, Revandiz bölgesine bir miktar kuvvet gönderilmesi" talimatını verdi.[17][18] Özdemir Bey, komutasındaki kuvvetler; aşiretlerden toplanan milisler, Fransız ordusundan Türklere kaçan Tunuslu ve Cezayirli erlerle birlikte 22 Nisan 1922'de Diyarbakır'a ulaşarak burada El-Cezire Cephesi'nin komutanı Cevat Paşa ile görüştü. Görüşmede, Özdemir Bey'e Irak'ta Mîsâk-ı Millî sınırları içinde kalan bölgelerin ele geçirilmesini ve giriştiği harekâtın da kendi teşebbüsü gibi gözükmesi gerektiği söylendi.[19] 22 Haziran 1922'de Revandiz'e ulaşan Özdemir Bey, burada büyük bir törenle karşılandı.[20] Özdemir Bey, Revandiz, Zebar ilçeleri ve buralara bağlı bucaklarda sivil idare teşkilatı kurdu.[21] Özdemeir Bey, burada İngiliz destekli aşiretlerle savaşarak onların dirençlerini kırdı ve daha sonra kendisini destekleyen aşiretleri de arkasına alarak; Akra, Raniye, Erbil ve Köysancak'ı ele geçirdi. Özdemir Bey'in ilerleyişi üzerine İngilizler, 10 Temmuz 1922 tarihinde Revandiz'i bombalamaya başladılar.[22] 1 gün süren İngiliz bombardımanı; arazinin engebeli olması, Özdemir Bey ve halkın Revandiz dağlarında bulunmaları nedeniyle başarılı olamadı.[23]
Derbent Muharebesi
değiştirİngilizler, Zap Suyu'nun kuzeyindeki 8 kilometrelik alanı ve Derbent Boğazı’nın kuzey ve güneyindeki Pişgalli, Güllar dağlarının yamaçlarını tahkim etmişlerdi. Bu yüzden boğazdan geçen Musul-Süleymaniye yolu, kuvvetli bir şekilde kapanmış bulunuyordu. Ayrıca Raniye’nin kuzeyindeki Dalaran sırtları da İngiliz kuvvetleri tarafından tutulmuş ve Raniye Ovası’ndaki uçuş alanı da güvenlik altına alınmıştı. 12 Ağustos 1922’de Yüzbaşı Sami'nin emrine verilen 50 kişilik bir müfreze, Revandiz savunmasına bırakılarak geri kalan kuvvetlerle iki kol hâlinde Raniye'ye doğru harekete geçildi. Birinci kol, Revandiz üzerinden Şavur istikametinde yürüyüşe geçti.[24] Bu kolun amacı, İngilizlerle iş birliği yapan Şavur Aşireti’ni bozguna uğratarak Derbent Boğazı'nda bulunan İngiliz mevzilerini güneybatıdan kuşatmak ve buranın Köysancak ile olan irtibatını kesmekti. İkinci kol, daha kuvvetli olarak teşkil edilmişti. Özdemir Bey’in emrinde olan bu kolun amacı: Revandiz'in doğusundan Varigüvan - Doğata - Volaza yolunda harekete geçerek yol üzerinde bulunan düşman aşiret kuvvetlerini yendikten sonra Derbent'in doğusunu yanaşmak ve Derbent’i doğudan kuşatmaktı. Yolun ve arazinin çıkardığı güçlükler ve buralardaki aşiretlerin direnişleri yüzünden harekât, bazı engellerle karşılaştı. Fakat yapılan çarpışmalarla İngiliz destekli aşiretler yenilgiye uğratıldı.[25]
Türk kuvvetleri, 31 Ağustos 1922 tarihinde düşman mevzilerine yanaşarak gün doğumunun ardından verilen işaretle Derbent üzerine taarruza başladı.[25] Taarruz sonucu ağır kayıplar veren İngilizler, Derbent'te Türk kuvvetleri tarafından bozguna uğratılmıştı. Türk kuvvetleri, Eylül'ün ortalarına kadar Derbent'te kaldı. Daha sonra Revandiz - Erbil yolu üzerinde önemli bir yer olan ve Musul ile irtibatı sağlayan Şeklave ilçesinin işgaline karar verildi. Kasaba, bazen İngiliz kuvvetlerinin, bazen de onların destekledikleri aşiretlerin elinde bulunuyordu. 18 Eylül 1922’de burası da işgal edildi.[26]
Derbent Muharebesi’nden sonra İngilizler, Türklerin elinde bulunan Revandiz, Raniye ve Köysancak ilçeleriyle civardaki köyleri, uçaklarıyla sürekli olarak bombardıman ettiler. Özdemir Bey, Raniye ve Köysancak’ın işgalinden sonra buralara 40 - 50 kişilik müfrezeler bırakmak zorunda kaldığından emrindeki kuvvetler de oldukça azalmıştı. Özdemir Bey’in 22 Ekim 1922 tarihli raporunda Derbent'teki başarısından sonra bütün aşiretlerin Türk kuvvetleri yanında olduğu ve Barzani Aşireti’nin de Türkler'in safına geçtiği bildiriliyor; fakat kuvvetlerin azlığından dolayı buraya takviye kuvvet gönderilmesi isteniyordu. Bunun üzerine Van sınır alayının batarya ile destekli 1. taburu, 11 Kasım 1921’de Revandiz’e gönderilmişti.[27]
Şeyh Mahmud Berzenci
değiştirDerbent Muharebesi'nden sonra İngilizler, Türklerin işgalinden çekindiği için Hindistan'da sürgünde bulunan Şeyh Mahmud Berzenci'yi Süleymaniye'ye getirdiler.[28]
Özdemir Bey, Şeyh Mahmut’un düşüncelerini anlamak maksadıyla gizli olarak Pişdar Aşireti reisi Abbas Mahmut ile yüzbaşı Feyzi’yi Süleymaniye’ye gönderdi. Yüzbaşı Feyzi, Şeyh Mahmut ile temas ederek kendisine, Mîsâk-ı Millî sınırları içinde kalan bu bölgenin ve Musul Vilayeti'nin kurtarılması için çalışıldığını, özellikle Anadolu’da Batı Cephesi'nde kazanılan Sakarya Zaferi'nden sonra bu amacın elde edilmesinin doğal ve daha kolay olacağını anlattı. Yüzbaşı Feyzi’yi samimiyet ve ilgi ile karşılayan Şeyh Mahmut şu cevabı verdi:[29]
“ | Osmanlı'nın hizmetindeyim ve kuluyum. İngilizlerden görmüş olduğum zulüm ve hakareti hiçbir zaman unutmuş değilim ve unutmayacağım. Bazı aşiret arkadaşlarım beni yalnız bıraktıkları için Bazyan Geçidi'nde esir düştüm. Aşiretlere de tamamen inanmak ve bel bağlamak doğru değildir. İngilizler, Türklerle Kürtlerin arasını açmak istiyorlar. Benim teklifim şudur: Kuvvetiniz varsa hemen Süleymaniye üzerine yürüyünüz, ben de size katılır ve Hemrin Dağları'na kadar olan araziyi elde ederim. Bana inanmazsanız ve isterseniz bağlılığımı ispat etmek üzere bu gece eşyalarımı yükler, ailemi alır, yüksek hükûmein göstereceği bir yere giderim. Hükûme bana inanır, subay, top ve cephane verirse düzenli askere dahi ihtiyaç göstermeden kendim bu harekâtı yaparım. Kuvvet toplamak için bir süreye ihtiyacınız varsa ben de İngilizlere karşı yumuşaklık gösterip zaman kazanırım. | „ |
Yüzbaşı Feyzi ile Şeyh Mahmut arasında geçen bu görüşme, Özdemir Bey tarafından Doğu Cephesi Komutanlığı'na rapor edilmiş, bu komutanlık tarafından da Genelkurmay Başkanlığı'na bildirmişti. Hemen arkasından Özdemir Bey, İran'da Caf Aşireti içinden geçerek Süleymaniye’ye yürümek için bir teklifte bulunduysa da bu teklif Doğu Cephesi Komutanlığı'nca uygun görülmedi ve 21 Kasım 1922 tarihinde, Kuvvetlerin Revandiz bölgesinde toplanarak yakında El-Cezire Cephesi’nin harekâta başlayacağı zamana kadar savunmada kalınması emredildi.[29]
Musul'a harekât hazırlıkları
değiştirMîsâk-ı Millî sınırları içinde bulunan Musul Vilayeti'nin kurtarılması için Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’dan 7 Eylül 1922'de Doğu ve El-Cezire Cephesi komutanlıklarına, Millî Savunma Bakanlığı'na ve Başbakanlık'a Salihli’den yazılan yazı şöyleydi:[30]
“ | Musul bölgesi de Mîsâk-ı Millî hudutlarımız içinde olduğundan gerekirse silahla kurtarılması kararlaştırılmıştır. Böyle bir zorunluluk hâlinde El-Cezire Cephesi bütün kuvvetiyle Dicle'nin iki tarafından Musul'a doğru taarruz edecektir. Doğu Cephesi ise Van, Hakkâri ve Iğdır sınır kıtalarından teşkil edilen ve dağ bataryaları ile takviye edilen bir piyade tümeni, bir süvari tugayı, bir kısım aşiret süvari tümenleri ve yerli halktan milis güçler ile takviye edilerek Özdemir Bey müfrezesi ile birlikte İmadiye - Süleymaniye hattı üzerinden Musul - Kerkük hattına taarruz için görevlendirilecektir. Bu sebeple şimdiden hazırlıklarda bulunulmasını ve taarruzun en kısa zamanda sonuçlandırılmasını gerektiren bu hazırlıkların ne zamana kadar bitirileceği ve taarruz harekâtının ne şekilde yönetileceği, sevk ve idare hakkındaki düşüncelerin acele olarak bildirilmesini rica ederim. | „ |
El-Cezire Cephesi Komutanlığı; hazırlıkların ancak iki ayda mümkün olabileceğini, harekât için para ve takviye kuvvete ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Doğu Cephesi Komutanlığı da; bölgeye ikmal yapmanın mümkün olamayacağını, ikmal yollarının sekiz ay kapalı kalacağını ve bu süre zarfında da askere maaş ödenebilmesi için öncelikli olan ihtiyacın para olduğunu belirtmiştir. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, bu harekâta çok önem veriyordu. Bu sebeple El-Cezire ve Doğu Cepheleri komutanlıklarına hazırlıkların bir an önce bitirilmesi ve sonucunun alınması için sık sık emirler veriyor, bu komutanlıklar için gerekli işlemin yapılmasını Millî Savunma Bakanlığı'na bildiriyordu. Cephe komutanlıkları da ihtiyaçlarını tekrar tekrar yazıyorlardı.[30]
İngiliz taarruzu
değiştirLozan Barış Konferansı gibi sebepler nedeniyle Özdemir Bey'in emrindeki kuvvetler yeterince takviye edilememişti. Bölgedeki Türk kuvvetleri, sürekli çatışma halinde olduğundan cephane sıkıntısı yaşanıyordu. İngilizler, Köysancak ve Erbil bölgelerinden taarruz etmekle Türk kuvvetlerini kuzeye, Revandiz bölgesine atmaktan başka önemli bir kazanç elde edemeyeceklerini anladıklarından, bu defa taarruzlarını kuzeybatıdaki İmadiye - Akra üzerinden yaparak Revandiz müfrezesini kuzeyden kuşatıp Hakkâri ile olan irtibatlarını kesmeye ve bu suretle Türk kuvvetlerini yenilgiye uğratmaya çalıştılar. Bu amaçla 1922 yılının Kasım ve Aralık aylarında hava desteğiyle İmadiye ve Akra’dan iki kol hâlinde taarruza geçtiler. Bu suretle Şemdinli yoluna hâkim olmayı kararlaştırmışlardı. Fakat buradaki Barzani ve Zebar aşiretlerinin direnişiyle karşılaşan İngiliz kuvvetleri bu sarp ve engebeli arazide büyük kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldılar. Arazinin elverişsizliği yüzünden uçaklar da fayda sağlayamadı.[31]
1923 yılı başlarında İngilizler, Revandiz müfrezesinin ortadan kaldırılması için bu kez daha büyük kuvvetlerle güneyden taarruzlara başladılar. Nisan başında Raniye’ye saldırdılar. 4-5 gün süren çatışmalardan sonra İngilizler oldukça kayıp vererek geri çekildiler. İngilizler, Lozan Barış Konferansı’nda hâkim durumda bulunabilmek, Musul Vilayeti'nde yerel halk üzerinde siyasi nüfuz kurabilmek ve özellikle petrol yataklarındaki çıkarlarını gerçekleştirmek ve Türklerin Musul’a karşı taarruza geçeceklerini haber aldıklarından önlem almak için Revandiz harekâtını sonuçlandırmayı kararlaştırmışlardı. Bu amaçla Musul - Şirkat ve hatta Bağdat bölgesinden getirdikleri kuvvetlerle harekâta başladılar.[32]
İngilizler, 8 Nisan 1923’te iki istikametten harekete başladılar. Bir grup Hodran Suyu üzerinden Şeytan Boğazı; diğeri Büyük Zap Suyu Vadisi’nden Serderya istikametinde ilerliyordu. 11 Nisan 1923 sabahı Köysancak’dan bir süvari alayı ve bir piyade taburu ile Ranya kesimine gelen İngilizler, Berhaşta bölgesine taarruza başladı. Bu kuvvet, uçaklarla da destekleniyordu. Bu harekât sırasında İngilizler, Raniye Ovası’nda geri kalan köyleri de yakmıştı. Bunun üzerine Türk kuvvetleri, 11/12 Nisan 1923 gecesi bir baskın yaparak İngilizlere çok kayıp verdirdiler ve İngilizleri Raniye bölgesinden attılar.[33]
İngiliz kuvvetleri daha sonra Köysancak bölgesinde toplandı. Sol gruptan ayrılan ve 8 Nisan 1923’te Babaçiçek Boğazı’ndan Dovin Kalesi’ne gelen İngiliz birlikler, 12 Nisan 1923’te bir batarya ile takviyeli bir süvari kuvvetini uçakların desteğinde Dovin'in doğusundaki Berakaşat bölgesine göndermişti. Böylece İngilizler soldan Berakaşat ile Büyük Zap Suyu arasındaki bölgede harekâta geçmiş bulunuyordu. İngilizler, 13 Nisan 1923’te Türk savunma cephesinin çeşitli kesimlerine keşif taarruzları yaparak zayıf noktaları meydana çıkarmaya çalıştılar. Bu keşif taarruzlarından sonra, 19 Nisan 1923’te asıl kuvvetleri ile Büyük Zap Suyu Vadisi Serderya geçidi ve sağ kolu ile Şeytan Boğazı Balsami istikametinde taarruza geçtiler. Türk kuvvetleri savunma yapmaya çalışsa da verdikleri ağır kayıplar sonucu bulundukları mevziyi terk ederek Serderya Geçidi - Eskibican Kalesi hattına çekildiler. Ayrıca bu mevzideki bazı aşiretlerin vaktinden önce geri çekilmeleri ve özellikle cephanenin bitmiş olması yüzünden direniş zayıflamaya başladı. Bunun dışında; hava taarruzlarıyla bütün köyler yıkılmış ve yanmış, köylüler de kaçmıştı. Revandiz halkı da dağlara sığınmak zorunda kaldı. Gerek askere ve gerek halka ekmek tedarik edilemiyordu.[33]
Özdemir Bey müfrezesinin geri çekilmesi
değiştirBarzani ve Balik aşiretlerinin İngilizlerle anlaşmaları ve özellikle Balik Aşireti’nin İran sınır yolu üzerinde bulunması müfrezenin daha fazla Revandiz bölgesinde kalmasını tehlikeli bir hâle getirmişti. Bu durum karşısında Özdemir Bey, Kanşim Geçidi istikametinden geri çekilmeye ve İran’a sığınmaya kararı verdi ve 21 Nisan 1923 günü Revandiz - Darüsselam yoluyla çekilmeye başladı. Müfreze o gün akşam 25 kilometre kadar doğuda ve Revandiz Çayı kenarındaki Darüsselam köyüne vardı. Ertesi gün Balik Aşireti’nin daha geride Derbent Boğazı’nı kapadığı ve Şemdinli yolunun da Barzani Aşireti tarafından kesilmiş olduğu öğrenildi.[33] Özdemir Bey, iki gün düşman aşiret bölgesinden yürümek zorunda kalacağı ve İngiliz uçaklarının da devamlı tesir yapacağı düşüncesiyle Derbent Boğazı ile Şemdinli yolu arasındaki dağlık bölgeden çekilmek zorunda kaldı.[34] Türk kuvvetleri, 29 Nisan 1923’te İran'ın Uşnu kasabasına vardı. Burada, İran devleti tarafından cephaneliklere el kondu; ardından İran tarafından Türkiye'ye iade edilen Özdemir Bey müfrezesi, 10 Mayıs 1923’te Van ilinin Özalp ilçe merkezine geldi. Daha sonra Sarıkamış'a giden Özdemir Bey, Doğu Cephesi Komutanlığı'ndan aldığı emirle emrindeki kuvvetleri dağıttı. Böylece Türkiye'nin Musul üzerindeki harekâtı bitmiş oldu.[35]
Musul üzerinde diplomatik çözümler
değiştirLozan Barış Konferansı
değiştirMustafa Kemal, Lozan Barış Konferansı sırasında 25 Aralık 1922'de, Le Journal muhabiri Paul Herriot'a Çankaya'da verdiği röportajda Musul'la ilgili şunları söyledi:[36]
“ | Musul Vilayeti'nin Mîsâk-ı Millî sınırları içinde olduğunu defalarca duyurduk. Bugün, Lozan Konferansı'nda karşımızda yer alanlar bunu çok iyi bilirler. Ülkemizin sınırlarını belirlerken büyük sıkıntılara katlandık. Çıkarlarımıza aykırı olmasına rağmen barışseverce davrandık. Artık Mîsâk-ı Millî'nin en küçük bir parçasını bizden koparmaya çalışmak çok haksız bir davranış olur. Bunu kesinlikle kabul edemeyiz.
İngilizlerin bu gerçekleri tanımakta tereddüt etmelerine şaşırıyorum. Kararsız davranıyorlar cümlesini kullanırken düşüncemi tamamlanmamış bir biçimde söylemiş oluyorum. ...Biz konferanstan yalnızca uygun bir sonuç bekliyoruz. Biz, Millî isteklerimizi gerçekleştirmeyecek bir sonuca önem vermeyeceğiz. Ancak şimdilik konferansın böyle olumsuz bir sonuca ulaşacağını varsaymak için ortada bir sebep yoktur. Türk milleti de bütün dünya ile birlikte Lozan Konferansı'nın bitmesini sabırsızlıkla bekliyor. Konferans dilenen barışı getirmeyecek olursa herhâlde bundan dolayı bize hiçbir sorumluluk yüklenemez |
„ |
Mustafa Kemal, 16-17 Ocak 1923'te, Akşam Gazetesi yazarlarından Falih Rıfkı Atay'ın sorduğu bir soru üzerine, Türkiye'nin toprak bütünlüğü için Musul'un Mîsâk-ı Millî içine alınması gerektiğine dikkat çekmiştir. Konferansın 23 Ocak 1923 tarihindeki oturumunda Musul Sorunu gündeme gelmiştir. Türk heyetinden İsmet Paşa, sosyal, siyasi, tarihî, coğrafi, ekonomik ve askerî açıdan İngiliz tezinin dayanaksız olduğunu ve "Musul Vilayeti'nin nüfusunun çoğunluğunun Türklerle Kürtlerden oluştuğunu; İngiliz kaynaklarına dayanarak, Kürtlerin ve Türklerin ayrılmaz bir bütün olduğunu; Kürtlerin kaderlerini Türkiye ile birleştirdiklerini" ifade etti. Mîsâk-ı Millî içinde bulunan Türkleri ve Kürtleri kardeş millet olarak kabul eden Türkiye'nin, Musul ile ilgili tezi; Kürtlerin Orta Asya'dan ve Türklerle aynı etnik kökenden geldiğine dayandırılıyordu.[37]
Lord Curzon ise: "Bu bölge, Milletler Cemiyeti tarafından Irak Mandası'na verilmiştir. Vilayette Kürtler ve Araplar etkin konumdadır. Kürtlerin de Türklerle bir ilişkisi yoktur; onlar İran kökenlidir. Bölgede yaşayan Hristiyanlar Türk yönetimini istemiyorlar. Kürtler ise kendi kendilerini yönetmek istiyorlar" diyerek, Türk tezine karşı çıktı.[38] İsmet Paşa da, Lozan görüşmelerinde Lord Curzon'a: "Musul olmadan Ankara'ya dönmeyeceğini" söylemiş. Lord Curzon ise: "Yörede bulunan nüfusun tamamen Kürt olduğunu nüfusun Türk sayılamayacağını" belirtmiş ve İsmet Paşa da: "Musul ve çevresi Türktür" iddiasını yinelemiştir.[39]
İngilizler, Lozan Barış Konferansı'nda Türk heyetine Sevr Antlaşması'nı kabul ettirmeye çalışmış ve Mîsâk-ı Millî kararlarını reddetmiştir. Mustafa Kemal, bunun üzerine 30 Ocak 1923'te şu açıklamayı yapmıştır: "Musul Vilayeti, Mîsâk-ı Millî dahilindedir; buraları anavatandan koparıp herhangi bir devlete hediye etme hakkı kimseye ait olamaz; Milletler Cemiyeti'nin de bu meseleyle ilgisi yoktur." 31 Ocak 1923'te Lozan Konferansı'nda Türk heyetine bir barış anlaşması taslağı verilerek; bunun, 4 Şubat 1923'e kadar cevaplandırılmasını istendi. Türk heyeti bu anlaşmayı olumsuz karşıladı. Bunun üzerine Lozan görüşmeleri duraksadı. Çoğunlukla, Musul Meselesi ve Kapitülasyonlar konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle 4 Şubat 1923'te duraksayan Lozan görüşmeleri, 23 Nisan 1923'te tekrar başlamış ve 17 Temmuz 1923'e kadar süren görüşmelerin sonunda, Musul Sorunu hariç diğer sorunlar büyük ölçüde çözüme kavuşmuştur. Görüşmelerin iyice uzaması üzerine İsmet Paşa, Musul Sorunu'nun çözümü için Türkiye ile Birleşik Krallık taraflarının kendi aralarında anlaşma sağlamasını önermiş, bu önerisi de konferans tarafından kabul edilmiştir.[40]
Haliç Konferansı ve Ankara Antlaşması
değiştirMusul Sorunu hakkında Lozan Antlaşması'nda varılan uzlaşmayla, Türk ve İngiliz heyetlerinin görüşmeleri için 19 Mayıs 1924'te İstanbul'da Haliç Konferansı başladı. 19 Mayıs'tan 5 Haziran 1924'e kadar süren Konferans'ta iki tarafın da tavrı değişmemiş, hatta İngiliz heyeti barındırdığı Nestûrî nüfus sebebiyle Hakkâri'nin de kendilerine verilmesini isteyince Konferans sonuçsuz kalmıştır.[41]
Haliç Konferansı'nın sonuçsuz kalması üzerine Musul Sorunu, Milletler Cemiyeti'ne taşındı. Milletler Cemiyeti, 16 Aralık 1925'te aldığı kararla Musul'u İngilizlerin elindeki Irak Mandası'na bıraktı. Türkiye, Milletler Cemiyeti'nin bu kararına tepki olarak Sovyetler Birliği ile Sovyetler Birliği-Türkiye Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması imzalamış ve yeniden askerî hazırlıklara girişmiştir.[42] Ancak; 13 Şubat 1925'te Güneydoğu Anadolu'da çıkan Şeyh Said İsyanı'nın yarattığı sorunlar nedeniyle, 5 Haziran 1926'da Türkiye ile Birleşik Krallık arasında Ankara Antlaşması imzalanarak, Musul'un Irak Mandası'nın kontrolünde olduğu Türkiye tarafında da kabul edildi.[43]
Ankara Antlaşması'yla: Musul, Irak Mandası'na bırakılırken, Musul'un yerli halkı Irak vatandaşı kabul edilmiş; ancak, 18 yaşını geçmiş olanlara iki ay içinde isterlerse kendi vatandaşlıklarını seçebilme hakkı tanınmış, Musul Vilayeti'nden elde edilen petrol gelirlerinin %10'unun 25 yıl süreyle Türkiye'ye verilmesi kararlaştırılmıştır.[43] Musul Sorunu'nun Türkiye aleyhine çözümlenmesi nedeniyle, Birleşik Krallık-Türkiye ilişkileri bir süre durgunluk yaşamıştır.[44]
Kaynakça
değiştir- ^ Kemal 2007, s. 645.
- ^ Kemal 2007, s. 654.
- ^ Kemal 2007, s. 655-656.
- ^ Kemal 2007, s. 657.
- ^ Kemal 2007, s. 657-658.
- ^ Kemal 2007, s. 658.
- ^ Kılıç 2008, s. 322.
- ^ Saral 2009, s. 296.
- ^ Kemal 2007, s. 660.
- ^ Kemal 2007, s. 661.
- ^ Türkmen, Zekeriya. "Musul Meselesi". Atatürk Ansiklopedisi. 11 Aralık 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Şubat 2025.
- ^ Kemal 2007, s. 664.
- ^ Kemal 2007, s. 665.
- ^ Kemal 2007, s. 666.
- ^ Kemal 2007, s. 667.
- ^ Kemal 2007, s. 668.
- ^ Kemal 2007, s. 670.
- ^ Saral 2009, s. 299.
- ^ Saral 2009, s. 300.
- ^ Saral 2009, s. 302.
- ^ Saral 2009, s. 303.
- ^ Saral 2009, s. 304.
- ^ Saral 2009, s. 305.
- ^ Saral 2009, s. 306.
- ^ a b Saral 2009, s. 307.
- ^ Saral 2009, s. 308.
- ^ Saral 2009, s. 309.
- ^ Saral 2009, s. 309-310.
- ^ a b Saral 2009, s. 310.
- ^ a b Saral 2009, s. 311.
- ^ Saral 2009, s. 313.
- ^ Saral 2009, s. 314.
- ^ a b c Saral 2009, s. 315.
- ^ Saral 2009, s. 315-316.
- ^ Saral 2009, s. 316.
- ^ "Le Journal Muhabirine Verilen Mülakat" (PDF). Millî Savunma Bakanlığı. 21 Kasım 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF). Erişim tarihi: 15 Şubat 2025.
- ^ Kemal 2007, s. 673-674.
- ^ Kemal 2007, s. 674.
- ^ Kemal 2007, s. 674-675.
- ^ Kemal 2007, s. 676.
- ^ Kemal 2007, s. 678.
- ^ Kemal 2007, s. 679.
- ^ a b Kemal 2007, s. 680.
- ^ Kemal 2007, s. 681.
Konuyla ilgili yayınlar
değiştir- Kemal, Cemal (Kasım 2007). "Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Musul Meselesi". Atatürk Yolu Dergisi. 10 (40). DergiPark. ISSN 2667-7768. 17 Ekim 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi.
- Kılıç, Sezen (Temmuz 2008). "Musul Sorunu ve Lozan". Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi. 24 (71). ISSN 1011-727X. 31 Ağustos 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi.
- Saral, Ahmet Hulki (2009). Kaptan, Atike; Keskin, Alev (Ed.). Türk İstiklal Harbi Güney Cephesi. Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları. 4. Genelkurmay Basımevi. ISBN 978-975-409-561-6. 17 Şubat 2025 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.